Turabi Kişin: Ulus devletin tekçi dil aklına karşı çoğulcu akıl ile yol alınmalı

Turabi Kişin: Ulus devletin tekçi dil aklına karşı çoğulcu akıl ile yol alınmalı
Anadiline gecikmediğini, hep içinde olduğunu söyleyen yazar Turabi Kişin, ulus devletlerinin tek dil baskısına dikkat çekerek, "Elbette hasar verirsiniz ancak diller su gibi akışkandır, ufak bir kaya çatlağını gördüler mi fışkırıp akmayı bilirler" dedi.

Mazlum BUCUKA


Osmanlı'nın son dönemlerinden başlayan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla beraber kurumlaşan baskıcı, tekçi dil politikalarının Kürtçe üzerindeki ağır tahribatlarına odaklanan dilbilimciler, genelde Kürtçeyi özelde Zazacayı 'unutulmaya yüz tutmuş' diller kategorisinde görüyor.

Yasaklı dil olmasından eğitim dili olmamasına kadar birçok baskı yönteminin, Kürtçenin, bu genel kanıyı destekler nitelikte kaybolmaya doğru yol almasına sebep olduğu söylenebilir. Ancak bu durumu politik, kültürel, toplumsal bir mücadele alanı olarak gören Kürtlerin yazma, konuşma ve üretme ısrarı, yüzyılı aşkın bir süredir ağır bedeller ödetse de Kürtçede ciddi bir birikim ve kolektif hafıza oluşturdu.

Bugün tüm bu baskı ve yasaklara rağmen Kürtçenin konuşulması, edebiyatının kendini yeniden var etmesi bir mucizeden ziyade bu hafızanın bir gerekliliği olarak karşımızda duruyor. Buna bağlı olarak sözlü edebiyattan yazılı edebiyata geçiş sürecinde bu hafızanın gücü ‘kayıt altına alma’ gayretini doğuruyor.

"Anadilime gecikmedim hep içindeydim" diyen gazeteci yazar Turabi Kişin'le Vate Yayınlarından çıkan son masal derlemesi "Waya Di Birayanê Pê Hawt Koyan" üzerinden dünde saklı kalan hazineyi, dünle bugün arasında sıkışmış Zazakinin yarına aktarılma gayreti üzerine konuştuk.

Yazılı edebiyata geç dönemde geçiş yapılan Zazaki, sözlü edebiyatla varlığını bugüne kadar taşımış diyebiliriz. Ağıtlar, kılamlar, halk öykülerinin yanından en önemli sözlü edebiyat ürünlerinin başında da masallar geliyor. Sizin son kitabınız da “Waya Di Birayanê Pê Hawt Koyan” Cafran bölgesindeki masalların derlemesi. Şimdiye kadar söylenen/anlatılan hikayelerin yazıya dökülmesi sizin için ne anlam ifade ediyor?

Bilindiği üzere kayıtlara geçen ilk yazılı Kirmanckî/Zazaca eser Ahmedê Xasî’nin 1899 yılında bastırdığı mevlittir. Hemen sonrasında yani 1901 yılında Osman Efendi tarafından da yazılan bir mevlit var. 1. Dünya savaşının getirdiği zorlu koşullarda dil çabası ikinci planda kalıyor. Hemen arkasında tek dil ve tek millet kodlamasıyla kurulan bir cumhuriyet bir ulus devlet aklı var. Türkçe dışındaki dillere yaşam hakkı tanımıyor. Bu konuda bırakın yazılı bir eser bırakmayı konuşulmasına bile izin verilmeyen diller, lehçeler arasında.

Toplumumuz hiçbir şekilde bu onur kırıcı durumu kabul etmedi ve buna karşı on yıllardır mücadelesini sürdürüyor.

'DİLLER/SESLER SU GİBİ KADİM, SONSUZ VE AKIŞKANDIR'

Her şeye rağmen varlığını sürdürüp günümüze kadar gelmesi ve bir şekilde yazılı edebiyat hattına girmesi esasında ne kadar köklü bir dil olduğunun da göstergesi. Nasıl ki hiçbir dil durup dururken öyle “mühendislik yapayım olsun” diye ortaya çıkmıyorsa, öyle yıkıcı mühendisliklerle ortadan kaldırmak da kolay olmuyor. Elbette hasar verirsiniz, ağır yaralar açarsınız. Diller/sesler tıpkı su gibi kadim, sonsuz ve akışkandır. En ufak bir kaya çatlağını gördüler mi fışkırıp akmayı da bilirler.

'BİR KÜLLİYAT OLUŞUYOR ANCAK YÜZYILLIK KAYBIMIZ VAR'

Evet, dilimizin uzun bir kesinti süreciyle birlikte ağır hasarlar gördüğünü kabul ediyorum. Ancak son on yıllardır bu alana emek harcayan insanlarımızın ortaya çıkardığı güzel bir düzey de var ve bu umut verici. Kirmanckî/Zazaca konusunda artık bir külliyat oluşuyor diyebiliriz. Ancak şunu da kabul edelim ki en az bir yüzyıllık kaybımız var. Yok sayılan bu dile dayatılan imha ve inkar yıkımını da eklersek bu kayıp katlanmış olur.

Bütün bu gerçekliğin farkında olarak doğan bu açığı kapatmak için çaba sarf eden ciddi bir kesim var. Saygı duyuyorum. Kişi olarak bizden önce çaba sarf eden bu arkadaşlarımızdan cesaret aldığımı da rahatlıkla söyleyebilirim. Bu manada anadilime, kimliğime karşı hep sorumluluk duydum. Bir kitaba dönüştürmek konusunda ise geç kaldığımı belirtebilirim.

Masalları derleme sürecini biraz anlatır mısınız? Bu süreçte nasıl zorluklarla karşılaştınız? Masalları gezerek mi topladınız yoksa arşiv araştırması mı yaptınız, masalları toplamak için nasıl bir yöntem izlediniz ve ne kadar sürede oluştu?

Yaşantımız da tıpkı dilimiz gibi kesintilerle dolu. O dilin varlığını korumak için bir çaba sahibi iseniz şu veya bu şekilde güncelliğini koruyan Şark Islahat Planı ile terbiye edilirsiniz. Olmadı imha edilirsiniz.

Anadilime gecikmedim hep içindeydim. Fakat yazmasına geciktim denebilir. Eğitim dili olmaması zaten başlı başına büyük bir dezavantaj. Böyle olunca gramerini, dil bilgisini kavramak da büyük mesele. Şimdi bu durumdaysan ki öyleyiz o halde elinde malzeme olsa bile onu yazınsal bir ürüne çevirmek kolay iş değil. Yazmak için cesaretimi topladım diyelim.

'MASALLAR VE ONLARLA BİRLİKTE AKAN DİL MAALESEF UNUTULMAYA YÜZ TUTTU'

Uzun yıllardır kayıt altına aldığım çok sayıda masal, kendi bölgemde geçmişte yaşanmış olay, yerlerin, dağların, suların, kişilerin, ziyaretlerin Zazaca hikayesi var elimde. Nasıl değerlendiririm henüz bilmiyorum. Masallar da dahil hepsi ama hepsi bir tür yerinde çalışmayla doğrudan kişilerin ağzından alınarak kayıt altına alındı.

Anadilimizin yasaklı oluşu, Türkçenin her alanda hakimiyet kurması, radyo televizyon ve dijital teknolojinin etkisi, kentlere göç gibi birçok nedenle masallar ve onlarla birlikte akan dil maalesef unutulmaya yüz tuttu. Artık kimse hatırlamıyor. Gittiğim her yaşlıdan “Çok biliyordum ama unutmuşum” cevabını aldım. “Bu gece uyurken eskiden bildiğin bu masalı hatırlamak üzere başını yastığa koy. Yarın gelip senden dinleyeceğim” diye sözleştiğim ve sonuç aldığım yaşlılar oldu.

Son dönemde Zazaki ile ilgili edebi eserlerin arttığını görüyoruz. Bu eserlerin çoğu sizin de yaptığınız gibi geçmişteki sözlü edebiyat ürünlerinin derlemesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu çalışmalar, Zazakinin dününü bugüne aktarmada kuşkusuz çok önemli bir yere sahip ancak bir yönüyle de ‘arkeolojik çalışma’ olduğu konusunda eleştiriler alıyor. Bu eleştiriler çoğunlukla yapılan çalışmaların bugünü yarına aktarma konusunda bir adım geride kaldığı yönünde. Siz bu eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz?

Aslında “Arkeolojik çalışma” eleştirisine hak vermiyor değilim. Bu alanda çalışma yürüten arkadaşlarımızın çoğu arkeolojik kalıyor bu doğru. İki nedeninin olduğunu düşünüyorum. Birincisi: Elde olanı korumak, yitip gitmeden kayıt altına alma telaşı var bizde. Çünkü hazine elimizde kalan son yaşlıların hafızasında saklı ve onlarla birlikte gidecek kaygısı haklı olarak bizi arkeolojik kılıyor. İkincisi: Galiba öncelikle kopan köklerimizle bir bağ kuralım istiyoruz. Ayaklarımız hele bir yere bassın istiyoruz. Devamını getiririz diyoruz. Nitekim bu aşamalardan geçen birçok arkadaşımız artık farklı yazınsal ürünler, eserler vermeye başladı ve bu umut verici.

Dün, bugün ve yarın ilişkisindeki orantısızlığa dair eleştiriler bir gerçeğe işaret ediyor. Bu açığı da kapatmak bu toplumun ve sorumluluk duyan çocuklarının önünde bir görev olarak duruyor.

Zazaki, tarihsel süreç içerisinde konuşulduğu bölge itibariyle politik bir kimliğe sahip oldu diyebiliriz. Dilin kendi doğal gelişimi devlet müdahaleleriyle sürekli sekteye uğratıldı. İktidarlar da Zazakiyi bölgedeki politik durumu dizayn etmek için kullandı, hala da kullanılıyor. Bu anlamda genel kabul gören ‘unutulmaya yüz tutmuş’ ifadesi sizce doğru bir kullanım mı? Çünkü ‘unutulmaya yüz tutmuş’ bir dilden ziyade ‘unutturulmaya’ çalışılan bir dil Zazaki.

“İktidarlar da Zazakiyi bölgedeki politik durumu dizayn etmek için kullandı” ifadenizden hareketle yeri gelmişken önemsediğim bir durumun altını çizeyim. Evet, cumhuriyet tarihi boyunca devlet ve bağlantılı olarak iktidarlar bu dile karşı her türlü günahı işlediler. Bunu anlarım. Fakat bu dilin içine doğmuş insanlarımızın basit çıkarlar uğruna iktidarlara, böl yönet politikalarına alet olmasını anlamak zor. Sığ, arpa boyu yol aldırmayan ve apaçık hedef saptırtan zeminlere çekilmek isteniyoruz.

Zonê ma, Kirdkî, Dimilî, Kirmanckî, Zazakî ve bu dile ilişkin daha başka isimlendirmeler var ise hepsini sahipleniyorum. Hepsi dilimin zenginliğini ve çoğulculuğunu gösteriyor. Bu tanımlar üzerinde tepineni ne ahlaki bulurum ne de iyi niyetli. Kıymetli olan dilimizin düze çıkması için çaba harcamaktır. Şiir, müzik, edebiyat, derleme, eğitim, günlük konuşma vb. vb. fark etmez. Buna saygı duyulur. Gerisi asimilasyon, unutturma hatta uyutma değirmenine su taşımaktan başka işe yaramaz.

'DİL BİR TOPLUMUN HER ŞEYİDİR. NASIL UNUTULUR?'

“Unutulmaya yüz tutmuş dil” ifadesi sorunlu elbette. Terk edilmiş eski sevgili gibi. Yerine yenisi ikame edilmiş gibi. Mümkün mü insanın kendi anadilini terk etmesi, unutmaya bırakması. Unutmak utanç vericidir, alçaklıktır. Zorla unutturulmaya çalışılıyor ve bu da en basit ifadeyle alçaklıktır. Çünkü unutturulan sadece bir dil değildir. On binlerce yıllık tarihtir, hafızadır, müziktir, sanattır, edebiyattır, inançtır, tarımdır, hayvancılıktır, gırtlağımızla birlikte oluşan sesimizin rengidir. Dil bir toplumun her şeyidir. Nasıl unutulur?

Zazakinin büyük handikaplarından biri her bölgede farklı konuşulması ve ortak bir standardın olmaması. Yazı dilinde Vate grubunun önemli çalışmaları oldu bu konuda. Bu standardı yakalamak için sizce günümüzde neler yapılabilir? Ne gibi eksiklikler olduğunu düşünüyorsunuz?

Handikap demek ne kadar doğru bilemiyorum. Bana kalırsa mevcut durum çoğulculuğa, renkliliğe işaret ediyor. Şimdi dilde standartlaşma demek bir anlamda dilde tekleşme anlamına da geliyor. Ulus devletlerin oluşumu ile birlikte ulusal sermayenin ortak dil ortak pazar arayışının sonucu gibi duruyor.

Oysa diller de tıpkı doğadaki diğer canlılar gibi dal budak salmayı, kanatlarını rüzgarlara açmayı severler. Dillerin serpilme alanı özgürlüktür, tutsaklık değil.

Hakikat tüm dünyada dillerin doğal akışına bırakılmasıdır. Keşmekeşlik gibi görünebilir ama değil. Tüm tarih boyunca akıp yatağını bulmuşsa yine bulur. Kendi akışı içinde bir standartlaşmaya ihtiyaç varsa kendiliğinden yakalar onu.

Şimdi dil uzmanı değilim. Fakat bildiğim kadarıyla Zazaca/Kirmanckî kuzey ve güney Kirmanckî’si diye en genel hatlarıyla ikiye ayrılıyor. Azıcık dile hakim olan her iki bölgeyi de anlamakta zorlanmıyor. Gördüğüm kadarıyla sorun dilde değil. Sorun dili bilmeyişimizden kaynaklanıyor. En az yüz yıldır eğitimi olmayan, kullanım imkanı olmayan bir dilden bahsediyoruz.

Diğer yandan maalesef günümüzde hızla ve bir tür müdahaleyle standartlaşmaya gitmeyen dillere yaşam hakkı tanınmıyor. Bu manada Vate grubunun çabasını elbette ki takip ediyor ve önemsiyorum. Madem ki bir adres oldu o halde bunu genişletmek tüm topluma mal etmek sorumluluğu da orta yerde duruyor. Senin benim demeden hepimizin kendi imkanlarımızı adeta seferber ederek katmamız lazım. Elbette ki ulus devletlerin tekçi dil aklına alternatif olarak renkli, çoğulcu bir akıl ile yol almak gerekiyor. Vate grubu kısmen de olsa buna özen gösteriyor.

Öne Çıkanlar