ABD’nin Rusya politikası aslına rücu ediyor

ABD Rusya arasında Ukrayna üzerinden bir hesaplaşma başlaması elbette tesadüf değil.

ABD’nin Biden’ın başkanlık koltuğuna oturması sonrası uluslararası politikaya dair atacağı adımlar aşağı yukarı netleşmeye başladı. Bu yazıda Rusya’ya dönük ABD politikasındaki değişimleri aktarmaya ve bunun TC’ye olası yansımalarını ise kısaca tartışmaya çalışacağım.

Biden’ın koltuğa oturması adeta ABD’nin Rusya karşında "borçlu stili" diye adlandırabileceğimiz politikalarına son verdi. "ABD geri dönüyor"un Rusya karşısındaki somutlandığı pozisyon geçen hafta Yeni START Antlaşması’nı 5 yıl uzatılmasında olduğu gibi kağıt üzerinde sınırların açık çizildiği, işin görünür kısmında diplomasinin hakim olduğu bir süreç olacak. Aynı zamanda Biden’ın ağzından "Rusya’dan hesap sormakta tereddüt etmeyeceğiz" sözleriyle somutlandığı üzere her tür diplomasi dışı yolun da rahatlıkla kullanılabileceğini göreceğiz. Bu tabii tek taraflı olmayacaktır, Putin yönetimi de faullü oynamayı bir hayli sever.

Trump gider ayak Rusya’ya dönük yaptırım vb. şeyler gündeme getirse de genelde Putin yönetimine karşı bilinen geleneksel ABD politikasının düşmanca tavrından uzak durmuştu. Biden’ın koltuğa oturması adeta işaret fişeğiymişçesine ABD Rusya’ya karşı tüm Avrupa sathında yeni adımlar attı.  

Bazı örnekleri sıralayalım. 23 Ocak'ta USS Donald Cook destroyeri ve 28 Ocak'ta USS Porter destroyeri, Karadeniz'e giriş yaptı. Bu hamlenin gerekçesi olarak NATO "Karadeniz, NATO için stratejik öneme sahip. Üç müttefik Türkiye, Bulgaristan ve Romanya kıyıdaş ülkeler iken Gürcistan ve Ukrayna yakın partnerler. Rusya'nın Kırım'ı 'yasadışı ilhakına' ve Karadeniz'de giderek artan askeri gücüne yanıt olarak İttifak, bölgedeki savunma varlığını artırdı ve Karadeniz'in güvenliğine sıkı sıkıya bağlıdır." açıklaması yaptı. Rusya bu gelişmeden epey rahatsız olup "ABD'ye ait savaş gemilerinin Karadeniz'e girmesine bir son verilmesi gerektiği" beyanatları eşliğinde karşı askeri tatbikat düzenledi, taciz uçuşları yaptı.

Aynı günlerde Ukrayna'da en çok izlenen haber kanallarından diye nitelenen  112, ZIK ve NewsOne'a, "Rusya propagandası yaptıkları" gerekçesiyle yayın yasağı getirildi. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, "saldırgan ülkenin finanse ettiği propagandaya" göz yummayacaklarını söyledi. Ukrayna Gazeteciler Birliği karara tepki gösterdi fakat "demokrasi ve ifade özgürlüğü"yle meşhur ülke yönetimlerinden "endişe" bildiren olmadı.

ABD Rusya arasında Ukrayna üzerinden bir hesaplaşma başlaması elbette tesadüf değil. Ukrayna, Obama döneminde de oğlunun adı burada yolsuzluk hikayelerine bulaşacak kadar Biden’ın yakın ilgi alanlardandı. Yarım kalmış bir muharebe var. Bu anlamda ilk tercih edilen hesaplaşma coğrafyalarından biri olacağı aşikar. Nitekim Trump’ın Kuzey Akımı-2’yi engelleme politikalarıyla Biden’ın tutumu da bu konuda farklılık gösteriyor. Trump Kuzey Akımı-2’yi engellemek ister ve bu konuda yaptırımlar gündeme getirirken AB’ye elindeki kaya gazı stokunu satmak istiyordu. Biden ise yaptırımları kaldırmak ama bunun karşılığında Almanya’nın "Ukrayna’dan Rusya’nın doğal gaz geçişinin sınırlandırılmaması, mevcut seviyesinde korumasının garanti altına alınmasını" sağlayacak bir önlem paketi istiyor.

Bu konuda neler olacak zamanla göreceğiz.Fakat Rusya’nın da boş durmayacağını karşı hamleler yapacağını tahmin etmek zor değil. Örneğin Ukrayna'dan tek taraflı bağımsızlıklarını ilan eden Donetsk ve Lugansk’a rus pasaportu dağıtım işlerinden sonra korona aşıları temin etmek gibi. Rusya onlara biz aşıları vermezsek kimse vermez iddiasında. Tabii buradan hareketle bu bölgeleri kendi etki/egemenlik alanlarında diye tanımladıkları ise aşikar. Geçen hafta Ukrayna’nın Energodar kentinde bir termik santralde meydana gelen patlamanın bu çekişmelerle bir ilgisi var mı bilmiyorum. Umarım yoktur. Fakat her durumda Çernobil’in hatırası uzak değil ve halen bölgede aktif olan nükleer santral var. Savaş olabildiğince uzak durulması gereken bir seçenek. TC, ABD ya da başkalarının teşvikiyle Ukrayna yönetiminin Rusya ile savaşı zorlayacak adımlar atması başta bölge halkları olmak üzere herkes için yeni felaketler yaratmaktan başka bir sonuç doğurmaz.

ABD’nin Rusya’ya karşı aynı zamanda Trump’ın yıprattığı AB ile ilişkileri ve NATO’yu onarmak doğrultusunda Avrupa’da attığı adımlar bunlarla sınırlı kalmadı. Örneğin Biden yönetimi, Trump döneminde ilan edilen Almanya'dan asker çekme planını askıya aldı. Bu plan, Almanya'dan 12 bin askerin çekilmesini öngörüyordu. Merkel yönetimi bu adımı "transatlantik dostluğun canlı hali" diye niteleyip memnuniyetini ifade etti. Ayrıca geçen hafta ABD Hava Kuvvetleri’nin Rusya üzerinde baskı oluşturma amacıyla Norveç’e 4 adet B-1 bombardıman uçağı yerleştireceği açıklandı. Norveç F-35’lere de sahip. Bu adım "Ruslara, anladıkları dilden baskı yapmak" olarak tanımlanıyor. 

Putin yönetimi bu gelişmelerin paralelinde savunma pozisyonuna geçmiş görünümü veriyor. Özellikle Navalny olayında yani "yolsuzluk- saray" ve en önemlisi halkın hoşnutsuzluğunun geniş bir biçimde sokaklara yansıması meselesinde bir hayli gafil avlandı. Malum sarayı epey gecikmeli olarak bir oligarka zimmetlemek, Biden’ın Navalny’in serbest bırakılması isteği karşısında TC’ye benzer bir üslupla "bizim iç işlerimize karışmayın" lafları bir hayli yetersizdi. Ayrıca Navalny’e zehirlendiğinde ilk müdahale eden doktorun ani ölümü gibi olayların politik avantaj sağlama olasılığının olduğunu ise hiç sanmam.

TC’yi yönetenlerin oksijen kıtlığı

Rejimin tepesi püfür püfür esiyor ama yeterince oksijen yok galiba oralarda. Yoksa kim teşebbüs eder direnen öğrenciler için "Yürekleri yetse Cumhurbaşkanı da istifa etsin diyecekler" zırvasını söylemeye. Dış politikadaki pozisyonları da böyle. Sanırım bu başlık altındaki parola şöyle: Kendi uydurduklarımıza dair ne kadar çok inançlı olduğumuzu sergilersek sonunda muhataplarımız da inanır. Yalnız burada karşılarındaki dağda bayırda akşama kadar çalışıp çabalayıp, akşam da kıpırdayacak mecali kalmışsa sessizce abdestini alıp caminin yolunu tutan ırgat Memed Ağa değil, en az kendileri kadar tilki politikacılar. "Ya bi görüşelim, ortak bir çalışma grubu oluşturalım, S-400’e bir çare buluruz…" türünden muhabbette gelecek kişiler olmadığı gibi, bunların Savarona’da videoları da yok. Kısaca mavala kulaklar tıkalı.

S-400’den vazgeçme üzerinden TC’ye sunulan stratejik geri dönüş imkanı ABD tarafından şimdilik zorlanan bir politika. Bu karadeniz ve Avrupa hattında Rusya’ya karşı "anladığı dilden konuşma" adımlarıyla da bütünleşiyor, "kıymetli ilişki" olarak görülen TC bu anlamda da teşvik ediliyor. Fakat TC’yi yönetenlerin Rusya’yla bir çok alanda girdiği kırılgan bağımlılık ilişkilerinin yanı sıra Rus yönetimiyle zihinsel yakınlığı ve bizim bilmediğimiz muhtemel bazı gizli anlaşmalar ve sırlar böyle bir dönüşü TC açısından bir hayli zorlaştırıyor. Rejimi yönetenler geri adım atmak zorunda olduklarının farkındalar, fakat bunu iktidarlarını sarsmaksızın bildikleri sahalar üzerinden pazarlığı geliştirerek yapmayı tercih ediyorlar. Kastettiğim Libya, Suriye, Irak ve Güney Kafkasya cepheleri. Örneğin son dönem Kars’ta Azerbaycan’la yapılan daha sonra Nahçıvan ve Azerbaycan’da da sürdürülmesi planlanan askeri tatbikatların hedefinde böyle bir yan da var. Bu adımlar öncelikle Ermenistan’ı baskılamayı hedeflese de asıl olarak Rusya’nın bölgedeki göreli hegemonik pozisyonunu tartışma konusu yapıyor. Batı ve ABD’ye açılan pazarlık kapısının aralığı burada beliriyor: Rejimin yayılmacı bir emperyal güç olarak kabulü karşılığında Rusya’ya ve hatta Çin’e karşı stratejik iş birliği. Tabii bu noktada rejimin hayalleri fora. Öncelikle epey ilerleme kaydedilen Azerbaycan’ın valiliğe dönüşmesi sağlanır (Azerbaycan yönetiminin bu konuda maşallahı var, ihaleleri TC’nin çapulcu takımına hediye ettikleri gibi ülkenin ihale kanununu da TC’ninkine göre değiştirmişler.) sonra sıra Ermenistan’a gelir. Eh dahası ver elini Pakistan, Çin-i Maçin….

Tabii adı üzerinde bunlar rüya. Oksijensiz kalınan hallerde bunun kâbusa dönüşmesi ise kaçınılmazlaşır. Birgün bakmışsınız ortaklarınızla (Azerbaycan ve Rusya) "ateşkes denetleme merkezi"nizin Ağdam’daki kuruluşunu kutlamak için hep beraber üzerine harita çizili bir pastayı kesiyorsunuz, aman bıçağa dikkat edin, malum başka işlere de yarayabilir hem sonunda kimin elinde kaldığı da önemli. Sonra durduk yere hevesiniz kursağınızda kalmasın. Nitekim bu Rus kısmına yaranamazsınız bakın hemen "Suriye’den getirdikleriniz buralarda daha fazla duramaz" dedirtivermişler Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) Genel Sekreteri Stanislav Zas’a. Bu Zas’ta nankörün önde gideni anlaşılan halbuki siz onun ülkesindeki kefere takımına karşı Lukaşenko’yu desteklememiş miydiniz? Bu işin sonu pek iyi gözükmüyor.

Şaka bir yana rejimin Astana ortakları da muhtemelen TC’nin ne yapacağı konusunda öteden beri şüpheyle yaklaşıyorlar. 16-17 Şubat’ta Soçi’de gerçekleşecek olan toplantı bu konuda en azından Suriye cephesi açısından pozisyonların netleşmeye biraz daha zorlayabilir. Bu süreçte ABD’nin bölgeye dönük atacağı muhtemel adımlar ve SDG’nin politikalarının da belirginleşme halinde bir katalizör işlevi görmesi olası. Fakat TC-Rusya-İran üçlüsünün birlik görüntüsünü korumak için bugüne kadar olduğu gibi birbirinin yalanına inanıyormuş gibi yapma oyununu sürdürme ihtimalleri daha yüksek. Savaşın devam ettiği sahadaki gelişmeler bu konuda belirleyici önemde olacak.

Yazıyı bitirirken şunu da ifade etmekte yarar var. Amerikan egemenlerinin kendi suretinde bir dünya yaratma isteği Biden’la birlikte elbette ortadan kalkmadı. Fakat ABD’nin kendisi değişiyor, değişmek zorunda kalıyor ve mücadele edenlerin eliyle yeni değişimlere de gebe. Olabileceklerin sınırını iktidarlar değil yeni bir dünya isteyenlerin mücadele azmi tayin edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi