Birlikte anayasa çalışmak

Anayasa bir parti programı değil, her partiyi bağlayan bir mutabakat metnidir. Böyle bir metnin hazırlık çalışmasının birlikte yapılmasından daha doğru ve anlamlı ne olabilir?

Türkiye’de gündem çok hızlı değişiyor. Birilerinin ortaya attığı bir görüş ya da iddia, siyasetin taraflarının işe geldiği ölçüde tartışma konusu yapılıyor. Görüşün doğruluğu ya da yanlışlığı, iddianın gerçekliği ya da uydurma olup olmadığı anlaşılmadan başka bir konuya geçiliyor. Önceki tartışma, gerektiğinde yeniden ısıtılıp kullanılmak üzere rafa kaldırılıyor; çoğu kez de bir soru işareti olarak akıllarda kalıyor.  

Kasım ayı başında bunun çarpıcı ve önemli bir örneğini yaşadık.
İyi Parti’nin Kurultay hesaplaşmalarını sürdürmeye kararlı, milliyetçi görüşleriyle tanınmış bir milletvekili, partisini suçlamak için CHP, İYİP, Saadet ve HDP’nin birlikte anayasa çalışması yaptığını ileri sürdü. Bu iddianın kanıtı olarak da anayasa hukukçusu bir CHP Milletvekilinin 2018’de yaptığı bir açıklamaya gösterdi. 

Aynı günlerde sosyal medyada da bir ‘anayasa temel ilkeler’ taslağı denilebilecek uzunca bir metin servise konuldu. Anayasa Profesörü olan CHP Milletvekili ise, seçimden önceki dönemde sivil kurumların çağrısıyla çeşitli partilerden uzmanların görüş alış verişi yaptığı toplantılar olduğunu, burada ilkesel bazda bazı tartışmalar yapıldığını, ancak bunun resmi ve sürekli olmadığını söyledi.

Birlikte bir anayasa çalışması yaptıkları ileri sürülen partilerin liderleri de, -sanki bir suç işledikleri ileri sürülmüşçesine- hemen ve kesin bir dille böyle bir çalışma içinde olmadıklarını söylediler. Böylece, siyasette yeni uzlaşmalar ve demokrasi için umutlar doğduğuna dair beklentimiz hemen bir hayal kırıklığına döndü.

Bu Anayasa Değişmeden Demokrasi Olmaz

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası özünde bir darbe anayasası. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından emir komuta zihniyeti içinde hazırlandı. Başlangıç metninin özgün halinde, "Bu anayasa Danışma Meclisi tarafından hazırlanmış, son şekli Milli Güvenlik Konseyince verilmiştir" denilerek bu zihniyet açıkça yazılmıştı.

Türkiye’nin anayasacılık tarihinde bir geriye gidiş olan tasarı, 6 Kasım 1982’de olağandışı koşullarda yapılan bir referandumla kabul edildi. O günden bu yana, demokratikleşme umudunun doğduğu her eşikte Türkiye bu anayasadan kurtulmayı hayal etti. Nitekim 1990’lardan başlayarak defalarca değişiklik yapıldı. Bu değişikler çoğu kez olumlu doğrultuda atılan adımlardı. Ancak Türkiye siyaseti, 1982’den 2002’ye, 20 yılda tümüyle yeni, çoğulcu, özgürlükçü, demokratik, yeni bir anayasa yapmayı başaramadı.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)m 2002’de böyle bir mirası devraldı. 

AKP 2010’a kadar anayasa konusunda önceki arayışlara uygun adımlar attı. 2007’den 2011’e tüm çalışmalarda önerilen ve hedeflenen "parlamenter demokrasinin güçlendirilmesi" ve "CB’nın yetkilerinin bunun gereklerine göre sınırlandırılması" idi.

Ancak bütün bu arayışlarda muhalefet (o zamanki CHP ve MHP) olumlu yönde destek olmadı; tam tersine katı ve toptancı bir tavırla önleyici, engelleyici oldu. Bu katı ve önyargılı tutum uzlaşma kapılarını kapattığı gibi, başka ve çok yanlış bazı gelişmelere de yol açtı.

Örneğin 2010 Anayasa değişiklik görüşmelerinde muhalefet  topyekün karşı tavır aldığı için tüm maddeler halkoylamasına gitti ve kolaylıkla geçti. Oysa bazı maddeler Meclis’ten mutabakatla geçirilebilir, öylelikle halk oyuna gidecek maddelerin geçmesi zorlaştırılabilirdi.

Bir temel yanlış da Anayasa Mahkemesi kararıyla yapıldı: HSK seçiminde hakimlerin birer adaya oy kullanması ve böylelikle çoğulcu bir yapının oluşması öngörülmüşken, YARSAV’ın örgütlülüğüne güvenen CHP, AYM’ye başvurarak liste usulü ile oy kullanmanın ve böylelikle HSK’da cemaatçi/partici yapılaşmanın önünü açmış oldu.  

2011’de üçüncü seçimi de kazandıktan sonra AKP’nin arayışları ve giderek hedefleri değişti. ‘Türk Tipi Başkanlık Sistemi' adı altında, kuş mu, deve mi olduğu belirsiz bir garabet dillendirilmeye başlandı.

Sonunda 16 Nisan 2017’de, -MHP’nin yardım ve yol göstericiliğiyle- ülkeyi bugünkü içinden çıkılmaz ve yönetilemez hale getiren "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi"ne geldik. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, kuvvetler ayrılığı, denge ve denetim kurumları olmayan, tüm hak ve yetkilerin tek elde toplandığı, 1876’nın bile gerisinde Asyatik - despotik bir ‘tevhid-i kuvva’ modeline dönüşmüş oldu. 

Anayasa Üzerinde Çalışmak Değil, Çalışmamak Yanlış

Herkesin gördüğü ve bildiği gibi bu model sürdürülemiyor. 2018’den bu yana içinde çırpındığımız ekonomik ve sosyal tablo bu sürdürülemezliğin açık kanıtı olarak ortada duruyor. 

Bu modelin değişmesi, Türkiye’nin ‘buyrukla’ değil, herkesin hakkını gözeten ve teslim eden ‘hukukla’ yönetilmesi için şu ya da bu partinin seçimi, hatta -yarın ne yapacağını bilmediğimiz birinin- cumhurbaşkanlığını kazanması yetmiyor. 

Bu iktidarı değiştirmeyi vadeden  kesimlerin, partilerin, ittifakların, güç birliklerinin yarın ne yapacağını açıklamaları gerekiyor. Bunun için de yeni bir anayasa çalışması yapmaları ve önerdikleri, içselleştirdikleri yönetim biçimini bugünden halka anlatmaları gerekiyor. 

Kuşkusuz anayasa değişikliği herhangi bir  bir partinin tek başına yapabileceği bir yasama işlemi değil; bir partinin buna gücü yetmeyeceği gerçeği bir yana, yetse bile hiçbir siyasal görüşün böyle tek başına anayasa yapmaya hakkı yok. 

Anayasa bir partinin programı, seçim bildirgesi değil, bütün toplumun barış ve güven içinde birlikte yaşayacağına inanması gereken bir toplumsal mutabakat metnidir. Bireylerin haklarını güvence altına alan, devletin yükümlülüklerini sıralayan ve yetkilerini sınırlayan bir hukuk metni. Farklı siyasal görüşlerin ve kesimlerin örgütlenebilmesinin, partilerin çalışabilmesinin, bütün yurttaşların hukukunun korunmasının güvencesi.

Şimdi, geleceğe dönük böyle bir metin için tüm muhalefetin ortak bir arayış içinde olmasından, birlikte, barış ve huzur içinde yaşayan bir Türkiye’nin, tüm yurttaşlarının benimseyip uymayı içselleştireceği kuralların aranmasından daha doğal, doğru ve anlamlı ne olabilir? Keşke bu çabaya iktidar blokunun partileri de önyargılı suçlamalar yerine, öneri ve itirazlarını söyleyerek medenice katkı yapsa...

Böyle bir çalışmanın içinde, tüm partilerin CHP’nin, İYİP’in, Saadet’in, DP’nin, Gelecek’in, Deva’nın ve elbette HDP’nin bulunması doğaldır ve birinin bulunmaması eksikliktir.  Bu yolda bir çalışmaya salt HDP’nin katıldığının ileri sürülmesi yüzünden duraksama gösterenler varsa, onlar anayasanın anlamını henüz bilmiyorlar demektir ki, katkıları da -derde deva olamaz- eksik kalsın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi