Hamide Rencüzoğulları

Hamide Rencüzoğulları

Davullar İdlib’de çalarken Azerbaycan cephesi ısındı: Gündemde yeni dosyalar savaşı mı var?

Asıl soru şu: 30 yıldır çözüm bekleyen Karabağ, neden şimdi cephe savaşlarının adresi oluverdi ve bu savaşın fitilinin yakılmasında Türkiye’nin rolü var mı?

Geçtiğimiz haftanın savaş gündeminde, son altı ayın en gergin günlerini yaşamaya başlayan İdlib vardı. Moskova’da imzalanan ateşkesin süresinin sonsuz olmadığını bütün taraflar biliyordu ve her ne kadar süre biçilmese de, Rusya’nın M4 ve M5 yollarının tamamen terörden arındırılıp ticarete açılmasını sağlama konusunda Türkiye’ye verdiği mühletin bir gün sona ereceği belliydi. Hatırlanacağı üzere, Libya’da ilan edilen ateşkes ve istişareler şeklinde ilerleyen müzakerelerle birlikte Türkiye’nin Libya’daki "oyun kuruculuğu" belirsizleşmeye başlamıştı. Derken, savaş gemileri eşliğinde Oruç Reis sismik araştırma gemisinin Yunanistan’la  ihtilaflı bölgeye göndermesiyle birlikte gerilim doğu Akdeniz’e taşınmış oldu. Bu süreçte AKP’nin adeta "dünyaya kafa tutan" bir pozisyondan, "diplomatik çözüme bir şans verme" pozisyonuna geçişi hızlı oldu. Tam da bu geri adımın ardından Rusya’nın İdlib hamlesi geldi. Rus savaş uçaklarının cihatçı mevzileri bombalamaya başlaması, keza Suriye ordusunun M4 yolunun güneyindeki cihatçı grupları son altı ayın en yoğun top ateşine tabi tutması, ateşkesin Rusya tarafından sona erdirildiği kanaatini doğurdu. Bunun üzerine Ankara’ya gelen Moskova heyetinin tam olarak neleri müzakere ettikleri açıklanmasa da, Libya ve İdlib dosyasının masada olduğu ve fakat herhangi bir mutabakat sağlanamadan heyetin geri döndüğü biliniyor.  Müzakereler ileri bir tarihe ertelendi, lakin bu süreçte Türkiye’nin askeri sevkiyatları da, İdlib’deki çatışmalar da devam etti. Ve hala yaklaşmakta olan bir savaştan söz ediliyor. Akılara gelen soru şu: Savaş davulları İdlib’de çalarken, Türkiye’nin doğrudan tarafı olduğu bir cephenin Azerbaycan’da açılması tesadüf mü?

Tam da su süreçte Suriye’den Azerbaycan’a gönderilen paralı askerler meselesi gündeme geldi. Bu sevkiyatın gerçekleştiğine dair haberlere daha çok Azerbaycan’dan yalanlama geldiyse de, özellikle Suriye’deki muhalif kaynaklar, bu asker taşıma konusunu ısrarla işlemeye devam ettiler. Önce Afrin’den Gaziantep havaalanına taşınan 300 kişilik bir paralı asker sevkiyatından söz edildi.[1] Ancak ÖSO’lu kaynaklar tarafından bu militanların hiçbir şekilde savaşmayacakları, sadece sınır güvenliğini sağlayacak muhafız ekip olarak görevlendirildikleri açıklandı. Bu iddialar bir yandan Azerbaycan yetkilileri tarafından reddedilirken, diğer yandan İdlib’deki militanların mezhep vurgusu yaparak Azerbaycan’a kimsenin gitmemesi yönündeki çağrıları sosyal medyada yer aldı. Amerikalı serbest gazeteci Lindsey Snell’in Twitter hesabından paylaştığı ses kaydında bir militan şunları söylüyor: "Türklerle birlikte Ermeni sınırına gideceğimiz söylendi. Fakat Türkler olmayacak, sadece Azeriler olacak. Onlar da Şii. Beyler, biz Şiilerle birlikte mi savaşacağız? Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlardan daha fazla düşmanımız. Ne onlar için ne savaşırız ne de yanlarında dururuz."[2] Bu süreçte muhaliflere, Libya’da Hafter’e karşı savaşmaya gönüllü olduklarında, "karşılarında sadece Sünnilerin yer aldığı" hatırlatıldı. Fakat muhalif kaynaklar, Azerbaycan'a gönüllü gitmek isteyenleri caydırma amacıyla bilerek mezhep vurgusu yapıldığını dile getirdiler. Bunlara göre mesele mezhep değil, komutanların giden askerlerin maaşlarına el koymalarıymış. Özellikle Hamza tümeni komutanları askerlerin maaşlarının yarısını cebe indiriyormuş. O yüzden anti propaganda başlatmışlar... Bunun yanı sıra İdlib’de duvara çizilen bir afişle de aynı çağrı yinelendi. "Azerbaycan’da ne var?" sorusunun sorulduğu afişte bombaların hedefindeki militanlar çizilmişti. Öte yandan Azerbaycan’a kimse gönüllü gitmesin diye fetva bile verildi. İdlib’de bulunan fetvacı şeyh Muhammed Naji Ebu Yakzan’ın, "Suriye’de savaş devam ediyor. İdlib’i terk etmek caiz değildir, biri Şii diğeri Hıristiyan olan iki ordunun savaşı da Allah yolunda cihat değildir" şeklindeki fetvası[3], Azerbaycan’a gönüllü gidenleri caydırmak için verildi. Yani gidenler var ki, bu gidişleri durdurmak için fetvalar verilmeye başlandı.

Nitekim daha sonra bu iddialara Suriye İnsan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi-SOHR da katıldı. SHOR’a göre; "Türkiye hükümeti, büyük çoğunluğu Sultan Murad tugayından olmak üzere kendisine bağlı gruplardan 300'den fazla savaşçıyı Azerbaycan’a transfer etti. Afrin bölgesindeki kasaba ve köylerden toplanan paralı askerlere 1500 ila 2000 dolar arasında değişen miktarlarda maaş vaat edildi."[4] SOHR’a göre bu ilk sevkiyatta yer alanlara, sınır bölgelerini korumak için Azerbaycan'a gidecekleri söylenmiş. Ancak "sınır muhafızı" diye giden Suriyeli militanlar, birden kendilerini cephe savaşında buldular ve bu kafileden ilk ölüm haberleri de gelmeye başladı. Yine Suriye İnsan Hakları Gözlemevi direktörü Rami Abdurrahman’a göre, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmalar başladıktan sonraki ilk 24 saat içinde 28 Suriyeli paralı asker öldürüldü, 62 kişi de yaralı ve kayıp…"[5]

Bu paralı asker sevkiyatlarının konuşulmaya başlamasından günler sonra Azerbaycan ile Ermenistan arasında aniden çatışmaların başlaması dikkat çekti.  İki ülke arasındaki Dağlık Karabağ sorunu yeni değil. Hukuken Azerbaycan’a bağlı Dağlık Karabağ Özerk bölgesinin Ermenistan’a bağlanmasını isteyen Ermeniler ile bunu kabul etmeyen Azeriler arasında Şubat 1988 başlayan ve 1994'e kadar devam  eden savaş, her iki tarafın can kaybının 30 bin’e ulaşmasının ardından bir ateşkesle sona erdi. Ancak o tarihten bu yana sadece ateşkes var ve çözüme dair hiçbir adım atılmadı. Asıl soru şu: 30 yıldır çözüm bekleyen Karabağ, neden şimdi cephe savaşlarının adresi oluverdi ve bu savaşın fitilinin yakılmasında Türkiye’nin rolü var mı?

Gözlemciler Azerbaycan ile Ermenistan arasında patlak veren bu çatışmayı, "Bakü’den daha fazla Ankara’nın savaşı" olarak görüyorlar. Ve Türkiye’nin bu savaşın doğrudan destekçisi olmasının gerekçesini, Azerilerin ne Müslümanlığına ne de Türklüğüne değil, doğrudan Hazar doğalgazına bağlayanlar var.  Hazar Denizi’ne kıyısı olan Rusya, İran, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan tarafından Hazar Denizi’nin hukuki statüsünü belirleyen sözleşme Ağustos 2018’te imzalandı. Bu sözleşmeye göre taraflar; Hazar Denizi’nin doğal ve tabi kaynaklarının korunması konusundaki uzlaşının yanı sıra, Hazar’a kıyıdaş olmayan ülkelerin Hazar Denizi’nde asker bulundurmaması konusun da uzlaşmaya vardılar. Türkmen gazını Avrupa'ya taşıyacak Trans-Hazar doğal gaz boru hattının döşenmesi konusunda AB ile yapılan anlaşmalara Rusya ve İran'ın sıcak bakmadıkları biliniyor. Ancak Hazar Denizi’nin hukuki statüsünü belirleyen sözleşmenin imzalanmasıyla bu sorun kısmen çözüldü. Çünkü bu tür adımlar, ikili anlaşmalara bırakılmıştı. Deniz güvenliği uzmanı  Mehmet Cem Demirci’ye göre aslında 22 yıl süren müzakerelerin ardından "Hazar'da yeni dönemin kaybedeni AB ve Türkiye" oldu.[6]  Çünkü O’na göre Türkiye, bu sözleşmeyle hem Hazar coğrafyasından dışlandı hem de kendi soydaşlarının bulunduğu bu bölgeyi Rus tekeline terk etmiş oldu. Daha doğrusu, "bölgede hem siyasi hem de enerji piyasasında Rus tekelinin etkisinin azaltabilecek fırsatları kaçırmış" oldu Türkiye...

Şimdi bu durumu tersine çevirme şansını mı kullanmak istiyor? Özellikle "kardeş Azerbaycan’a askeri destek sunma" bahanesiyle bölgeye üs kurma talebi gündeme gelebilir mi? 30 Eylülde El-Cezire net’te  yayımlanan "Türkiye, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki savaşa doğrudan dahil mi?"[7] başlıklı yazısında Filistinli yazar Zahir el-Baik, Türkiye’nin geniş kapsamlı ortak askeri tatbikatları kapsamında Ağustos’ta düzenlenen "Turkiye-Azerbaycan Kartalı 2020" tatbikatına gönderme yaparak şu soruyu soruyor: "Bir ay önce Bakü'de yapılan askeri tatbikata katılan Türk kuvvetleri ve askeri teçhizatı Türkiye'ye döndü mü, yoksa gelecekteki herhangi bir çatışmaya hazırlıklı olmak için orada mı tutuldular?" Yazar, eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin’in El Cezire net’e yaptığı açıklamada, Ankara ile Bakü arasındaki güvenlik ve askeri işbirliği anlaşmasına dayanarak Türk ordusunun Ermenistan'a karşı sürdürdüğü savaşta Azerbaycanlı mevkidaşına yardım etmek için askeri danışmanlar gönderdiğini ve eğitim verdiğini söylediğini aktardı. Yazara göre Pekin, Azerbaycan ordusunun şu anda F-16'lar ve Bayraktar İHA’ları da dahil olmak üzere Türk silahlarını kullandığını reddetmemiş, ancak Azerbaycan'ın bunları parasıyla daha önce Türkiye'den aldığını belirtmiş. Eğer öyleyse Azerbaycan’da Türkiye’nin askeri varlığı söz konusu ve belki de bir askeri üssün dillendirilmesi olasıdır.

Bu konuda sadece tahminlerde bulunmak mümkündür. Ancak böyle bir hamle için Ankara’nın Libya ve İdlib’de Moskova’ya karşı elinin güçlü olması beklenirdi. Eğer böyle bir adım gelirse, bunun bir "stratejik genişleme" hamlesi olarak sayılması için Libya, doğu Akdeniz ve Suriye’de el üstünlüğü elde etmiş olması gerekirdi. Oysa her tarafta tam bir sıkışmışlık hali söz konusu. Bu yüzden Azerbaycan hamlesiyle Türkiye, Rusya’nın önüne koyduğu Libya-İdlib dosyalarına karşı bir "Güney Kafkasya dosyası" ile çıkmayı kurgulamış olabilir. Özellikle kapıya dayanan İdlib savaşıyla bu hamlenin doğrudan bağlantısını kuranlar var. 

El-Mayaden’den Rada el Başa, "Davulların sesi İdlib’de yükselirken,  Rusya ile Türkiye arasındaki çatışmanın yeni alanı Azerbaycan mı?" sorusuna şu yanıtı veriyor: "Ankara İdlib'deki varlığını güçlendirmeye devam ediyor. Ve artık sakin olmayan bu bölgede savaş giderek kızışıyor. Elbette savaş başlarsa,  Halep-Lazkiye yolu tamamen güvenli hale gelene kadar durmayacaktır ve bu da İdlib vilayetinin tamamen çözülmeye başladığı anlamına gelir." [8] Yani Türkiye yeni tavizler koparmazsa, kapıya dayanan İdlib savaşının ardı felaket demektir. Bu yüzden Rusya’nın karşısında yeni çatışma alanı çıkararak İdlib’de ne tür tavizler koparmak istediği merak konusu olmakla birlikte, Türkiye’nin kendini Azerbaycan adına müzakereci olarak gördüğü de açıktır. Ermenistan-Azerbaycan krizinin müzakere yoluyla çözülmesi için Rusya ve İran adım atmaya hazır olduklarını açıkladılar. Astana mutabakatının bu iki üyesi, kiminle müzakere edecekler? Elbette ki, Astana’nın üçüncü üyesi olan Türkiye ile!.. Çünkü Türkiye bu savaşın o kadar içinde ki, çözümü sadece Ermeniler ile Azerilerin bulabileceği bir kriz için şimdiden kendini müzakerenin muhatabı olarak ilan ediyor aslında. Eğer bu yönde adım atılırsa, Astana bir kez daha pekişmiş olur ve Türkiye de en başta İdlib’i müzakere eder. Bu yöndeki tahminler tutarsa, şu anda devam eden bir savaşta kaç insanın canı yittikten sonra hikayenin bu aşamasına gelinir, bunu zaman gösterecektir. Ama bir kez daha ertelense de İdlib dosyası önünde sonunda Türkiye’nin önüne gelecektir. Üstüne "Suriyeli devrimcilerin" AKP’nin elinde paralı asker deposuna dönüştürüldüğü meselesi de tekrar gündemde…        



[1] https://twitter.com/uunionnews

[2] https://twitter.com/LindseySnell

[3] https://www.youtube.com

[4] https://www.syriahr.com

[5] https://www.syriahr.com

[6] https://tr.euronews.com

[7] https://www.aljazeera.net

[8] https://twitter.com/rh_albasha

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hamide Rencüzoğulları Arşivi