Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Delili ortadan kaldırmak

Nasıl yaparız bilmem ama, bu noktada hepimizin üstüne düşen bir sorumluluk var. O da devleti göz göre göre delili ortadan kaldırmasının karşısında durmalıyız.

Çıktığı televizyon programında hayvan hakları konusunda konuşan ‘gazeteci’ iki köpeği olduğunu birini kaybettiğini söylemişti. ‘Öldü mü?’ veya ‘Uyuttun mu?’ demesi beklenen yerde Cumhurbaşkanından aldığı cevap ‘Öldürdün mü?’ olmuştu.

Oysa muhtemel plan Cumhurbaşkanının hayvan hakları konusunda ne kadar hassas olduğunu kanıtlamaktı ama olmadı, zorla olmuyor.

Tüylerimizi diken diken eden ‘öldürdün mü?’ cevabını büyük bir rahatlıkla ve gülerek vermişti. Ülke tarihi talep edenlerin taleplerini yerine getirerek yaşatmayı değil öldürmeyi ‘kesin çözüm’ olarak gördüğü için bu kelime tüm devlet erkanının rahatlıkla kullandığı bir kelimedir. Fazla söze gerek yok, Newroz kutlamasında Kemal Kurkut’un tüm Diyarbakırlıların gözü önünde, üstü çıplak, elinde su şişesi olduğu halde polis kontrol noktasında öldürülmesinde olduğu gibi...

Deyim yerindeyse, konuşturan yine konuşturmuştu işte.

Dersim katliamında olduğu gibi Kürtlerin tüm hak arama direnişleri yakılıp yıkılarak, geride acı dışında delil bırakmama yolunu seçtikleri için, Cizre’de insanları yakıp kül ettiler.  Çünkü külün rüzgarla yeryüzüne savrulmak dışında tanıklık yapacağı bir dili yok. Yıkıntılar altında kalmak canlı tanık kadar itibar görmez. Daha büyük bir yıkımla sonsuzluğun dehlizlerine atılarak unutturulur. Roboski katliamı kim bilir ileride havadan gelecek olan nasıl büyük bir katliamla geriye itilir. Acılar sırasını beklemez, en tazesi en erken kapımızı kırarak içeri girer. ‘Senden öncesi var, dur o acımızı daha serinletemedik’ deyip başımızdan savamayız. Ölüm devletin şiddetle beslediği zalimimizin ocağımıza dikip, kanla suladığı acı dışında meyve vermeyen bir ağaçtır.

Delilin göz göre göre karartılmasına bizi seyirci kılmalarına bir biçimde izin vermemeliyiz. Hele ortaya serilecek tonlarca suç varken ve arkasının geleceği ayan beyan ortadayken. İşte konunun kör noktası tam da burası. Evet, Sedat Peker devletin kirinden var olmuş ve bir köşeyi tutmuş mafya lideri olabilir, onu aklamaya kalkmak kimsesin harcı da değil. Ama adam on yıllardır işlenen bütün suçları, kendini aklamaya kalkmadan açıklayan, Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir ülkesinde iktidarı yerinden edecek canlı bir şahittir, delildir ve belgedir.

17-25 Aralık’ta suçlananlar bir elin parmakları kadar oldukları için, göstermelik bir yargılanmayla temize çıkarılıp, ayakkabı kutularındaki paraları bile iade edildi. Sedat Peker’in ‘gönüllü’ itirafıyla ortaya çıkanların sayısının kaç olacağını tahmin etmek bile çok zor. Dördüncü ve son evresine varmış bir kanser gibi Türkiye’nin tüm vücudunu sarmış durumda. Suçlular yargı yoluyla aklanamayacak kadar çok, onun içindir ki susuyorlar. Susmakla unutturamayacaklarını bildikleri için Barzani’yi de yanlarına alarak HDP’nin kapatılması ve örgütlü örgütsüz tüm Kürtlere savaş açarak dikkatleri kendi üzerlerinden kaldırmak istiyorlar.

Özetle, Cumhuriyetin kuruluşundan beri ‘Kemalistler, ulusalcılar, iktidardan nemalandıkları kadar nemalandılar, sıra bizde...’ diyen dinci- ümmetçi- Osmanlıcı- anti laikler, Kemalistlerin 70-80 yılda yaptıklarını 20 yılda yaparak bu hale geldiler. Bir liderle, bir partiyle değil, değişik lider ve partiler vasıtasıyla zamana yaysalardı muhtemelen bu duruma düşmeyeceklerdi. Çünkü cumhuriyetin hamurunda sömürü ve zulüme kapılar hep açıktır. Ümmetlerine bir hayal değil, bir dağılma, bir yok oluş, bir hayal kırıklığı bırakıyorlar.

Sadece bu kadar değil elbet, devletin daimî beslemesi olan ulusalcıların da desteğiyle Kürtleri kırıp geçtiler. Eken, biçen köylüleri, hayvancılık yapan göçerleri, üniversitelerde akademisyenleri, fabrikalarda açlık sınırında uykusuz duran işçileri, yani bir ülke denince, dağlarından, akarsuları ve ovalarından sonra sayılacak ne varsa hepsini ezerek, iliklerine kadar sömürdüler. İnsanları kendi toprağında yaşayamaz hale getirdiler. Bunları yaparken yasaların kendine sağladığı sınırları da yerle bir ederek, suç ve suç örgütleri üretip, boğazlarına kadar suça bulaştılar.

Toplumun merakla beklediği Sedat Peker vidoları devletin takibinden dolayı gecikecekmiş. Peki, Sedat Peker’i yakalayıp yargılayacaklar mı? Sedat Peker’i yargılarken ortaya daha çok bilgi/belge dökülmeyecek mi? O durumda savcılar ne yapacak? Yoksa Sedat Peker’in mahkeme salonlarını bir kürsü olarak kullanmasının önünü mü kapatmak istiyorlar?

Nasıl yaparız bilmem ama, bu noktada hepimizin üstüne düşen bir sorumluluk var. O da devleti göz göre göre delili ortadan kaldırmasının karşısında durmalıyız. Hukuk içinde aranıp, öldürülmeden yakalanmasını ve (olmayan) adaletin önüne çıkarılması konusunda vicdani bir sorumluluk üstlenmeliyiz, devletin delili karatması ya da ortadan kaldırmasına müsaade etmemeliyiz. Çünkü konu bir belge değil ki, fotokopiyle nüshaları çoğaltılarak saklansın. Eldeki delil, kurşunla vurulunca sonsuza kadar susacak bir insandır. Safımız her koşul altında insandan, canlıdan, onun yaşatılmasından yana olmalı. Kaldı ki bu delil yüzlerce suçun üstünü açıp ortaya sermiştir, gelecekte de temiz toplum temiz siyaset için yaşatılmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi