Dört darbe

Milyonlarca insanın hayatını bir biçimde belirlemiş olan 12 Eylül ve bugünüyle hesaplaşma sorunu önümüzde halen bir heyula gibi duruyor.

Dünya küçüldüğü gibi dönüş hızı da arttı. Bu devirde maalesef kimsenin bir başkasının "darbe"sine aldıracak hali yok. Riski göze alıp yine de dört tanesine kısaca göz atalım. Çünkü en azından Bolivya’dan güzel haberler var…

Bolivya halkları yenilgiden ders çıkarıyor

Cuma günü Bolivya Savcılığı eski diktatör Jeanine Áñez'in Kasım 2019'da Evo Morales’in başkan olduğu dönemde halka karşı gerçekleştirilen kanlı darbede oynadığı rol nedeniyle beş bakanıyla birlikte tutuklanmasını emretti. Tutuklanacaklar listesinde askerler de elbette var. Halihazırda Áñez gözaltına alındı. Kaçmazlarsa muhtemelen siz bu yazıyı okurken diğerleri de yakalanmış olacak.

Geçen yıl ekim ayında gerçekleşen seçimlerde MAS-IPSP’nin (Sosyalizme Doğru Hareket- Halkların Egemenliği için Siyasi Araç) ezici zaferiyle sonuçlanmıştı. Luis Arce liderliğindeki yeni yönetim yavaş da olsa hem darbeciler hem de kendi geçmiş yönetme pratikleriyle hesaplaşmaya başladılar. Darbecilerin yargılanmasının kapsamı belki ilk elden darbecilerin gerisindeki beyaz-erkek-oligarşi-ABD zincirinin bütününe uzanamasa da kuşkusuz onların bugüne kadar ciddi karşılık görmeyen saldırgan tutumlarını geriletecektir. Daha da önemlisi Bolivya halkları direnmenin, örgütlenmenin kısmen de olsa semeresini alacaktır. Daha büyük bir cesaretle geleceği örebileceklerdir. Bu düzeyde bir güven geçmişte yoktu ama bugün var.

Kadınlarla ilgili değişimleri ve uğraşları ise Dilan Bozgan’dan okuyun.(1) Yine de bu başlıkta kısa bir not düşeyim. Bolivya’da iktidarda "başka türlü bakan" bir siyasi kadronun olması elbette hiç bir şeyin garantisi değil. 8 Mart’ta La Paz sokaklarında yürüyen kadınlar bunun farkında. Kadın cinayetlerinin son bulmasının, yasal kürtaj hakkının ve eşitlik arayışlarının mücadeleden geçtiğinin bilincindeler.

Darbe sadece düştüğü yeri mi yakar?

Myanmar’da 1 Şubat’ta gerçekleşen askeri darbeye gelince adeta bütün dünya olayı canlı izliyor, an azından günü gününe rahatlıkla haber alabiliyor. Cuntaya karşı direniş sırasında en az 70 kişinin öldürülmesi aldırmasak da gerçekte gözlerimizin önünde oldu, oluyor.

BM ve çeşitli ülkelerin darbecilere karşı açıklama ve sınırlı yaptırım kararları etkili olmuyor. Cuntanın yöneticileri seçime kadar buradayız diyor. Belki burada sıra bizde ve ne yapabiliriz diye sormanın zamanı. Çünkü mesele sadece bir zulme seyirci kalıp kalmama meselesi değil doğrudan yeni bir dünya yaratma mücadelesinin buralardan da geçmesiyle ilgili…

Yunanistan’da "sivil" darbe

Postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşı dünyanın bir çok coğrafyasında jeo-stratejik konumlanışları ağır çekimde de olsa yeniden şekillendiriyor. Yunanistan da Trump’ın başkanlığı döneminde başlayan, kağıt üzerinde AB üyesi gözükse de ABD’nin askeri ve politik olarak üslendiği aynı zamanda İsrail’in başta silah ve enerji alanları olmak üzere belirleyici olmaya yöneldiği bir sürecin içinde. Bölgede artan askeri tatbikatlar, bu tatbikatlara Birleşik Arap Emirlikleri’ne kadar varan katılımlar ve İsrail’le yapılan yeni enerji anlaşmaları bu sürecin parçaları. Bu aynı zamanda TC’nin gel-git akıllı uluslararası politikasıyla da yakından bütün bunlar yakından ilgili.

Benim asıl dikkat çekmek istediğimse Miçotakis hükümeti döneminde başta artan polis terörü olmak üzere toplumu muhalefetsiz bırakmaya, kontrol altına almaya dönük şiddete dayalı politikalar. Üniversitenin özerkliğini yok edip polisi üniversiteye yerleştirmek, sokakta ve gözaltında her gün sergilenen polis şiddeti, doğrudan "polis devleti" kurma arayışlarını temsil ediyor. 17 Kasım örgütü üyesi devrimci Dimitris Koufodinas’ı ölüm orucuna sürükleyen hapishanelere dönük düzenlemeler de bu sürecin bir parçası. Özetle Yunanistan’ın politik coğrafyadaki pozisyonu dönüşürken, anti-demokratik politikalarla muhalefet, özellikle öğrencilerin aktif direnişi etkisizleştirilerek ülke "sadık-sessiz bir bağlaşık" haline getirilmeye çalışılıyor.

40 Yıl 12 Eylül

Güncel başka darbe benzeri çokça gelişme var ama bizimkilerden de bahsetmesek olmaz. Yıl dönümü olan 12 Mart değil de bu kez konumuz maalesef milat olan darbe. Daha doğrusu onun hakkında derlenmiş bir kitap. İletişim Yayınları’ndan çıkan 40 Yıl 12 Eylül . Kitabının derleyeni Tanıl Bora. Öncelikle kitap güzel olmuş bunu belirteyim, emeği geçen herkese teşekkürler…

Kitapta farklı kuşaklardan on iki kişi yazılarıyla yer almış. Doğal olarak çoğunun yazdıklarına öncelikle 12 Eylül’le ilgili kendi deneyimleri eşlik etmiş. Bora’nın Sunuş’ta dile getirdiği üzere "12 Eylül’le hesaplaşmanın bu ülkenin son asrının yüzleşilmemiş başka travmalarıyla da yüzleşmenin anahtarı…" olabileceğinin farkındalar. Bunun bilinciyle ve ahlaki/politik tercih ikilemine girmeden neler yapabilirdik, yapabiliriz diye soranlar da var.

Kitaptaki yazarlardan bazılarıysa hiç bir zaman politik özne olmayı önüne koymamışçasına yüksekçe bir yerden etrafı tavaf etme alışkanlığını sürdürüyor. Maalesef yeni şeyler öğrenmeye açık değiller. Bu bakış açısının asıl sıkıntısı neyi, nasıl değiştirebiliriz sorusunu hiç sormayıp tarihi baştan ereği belli bir süreç gibi tarif etmenin sakatlığıyla malul oluşu. Sonrası doğal olarak geliyor. Bütün tüketilen çene "gözlemci ve daima haklı" pozisyonunun korunması uğruna hasrediliyor. Bildiğiniz nalıncı keseri…

Asıl sorun elbette birilerinin marazlı hali hiç değil ve olmadı. Milyonlarca insanın hayatını bir biçimde belirlemiş olan 12 Eylül ve bugünüyle hesaplaşma sorunu önümüzde halen bir heyula gibi duruyor. Bu başkalarına suçlama yönelterek değil toplumun en azından çoğunluğunu hâlen sürmekte bu kölelik rejimine karşı ayağa kaldırarak ancak mümkün olur.


(1) https://www.newayajin.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi