1915'den Sonra Neleri Kaybettik: Ermeni Soykırımı'nın etkileri

1915'den Sonra Neleri Kaybettik: Ermeni Soykırımı'nın etkileri
'100 yıl önce Türkiye’de Ermeniler' kitabının yazarı Osman Köker ile Ermeni Soykırımı’nın 107. yıl dönümünde 'Ermenilerin ardından bu topraklarda neler kaybettik'i konuştuk.

Esra ÇİFTÇİ


+GERÇEK - Ermeni Soykırımı’nın 107. yıl dönümü vesilesiyle bağlantı kurduğumuz Yazar Osman Köker, 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Ermenilerin, okullarını, gazete ve dergilerini, sosyo-politik, sosyo-ekonomik durumlarını, nerelerde yaşadıklarını, yaptıkları meslekleri, bu topraklardaki tarihsel varlıklarını ve en önemlisi Ermeni Soykırımı sonrası Türkiye halklarının neler kaybettiğini +Gerçek’e anlattı. 

"OSMANLI DEVLETİ NÜFUS SAYIMLARINDA HALKI DİN VE MEZHEP TEMELİNDE SINIFLANDIRIRDI"

20. yüzyılın başında Osmanlı'da nasıl bir Ermeni topluluğu vardı? 

Önce nüfustan başlayalım isterseniz. Son Osmanlı nüfus sayımı 1914 yılına ait. Osmanlı devleti nüfus sayımlarında halkı din ve mezhep temelinde sınıflandırırdı. 1914 sayımında 1.161.169 kişi "Ermeni" olarak görünüyor, bunlar Apostolik kiliseye bağlı Gregoryen olarak da adlandırılan Ermeniler. Katolik Ermenilerin sayısı 67.838 olarak çıkıyor. Çok büyük çoğunluğu Ermeni olan Protestanların sayısı ise 65.844.

Yani kabaca 1 milyon 300 bine yakın bir nüfus. Tabii, o zamanki Osmanlı sınırları günümüzün Türkiye Cumhuriyeti sınırlarıyla aynı değil. Özellikle güneyde bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Irak, hatta kısmen Suudi Arabistan toprakları da Osmanlı sınırları içindeydi. Buna karşın Kars, Ardahan, Iğdır, Artvin ile Erzurum’un doğu kazaları ise Rusya egemenliğindeydi. Aynı dönemin Çarlık nüfus sayımlarından da yararlanarak yaptığım hesaplamada bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde üç mezhepten Ermenilerin nüfus toplamının resmi sayımlarda 1 milyon 300 bini aştığını görüyorum. Dahiliye Nazırı Talat Paşa bir yerde bizdeki Ermeni nüfusunun yüzde 10 kadar eksik sayılmış olduğundan bahseder. Bunu da dikkate alırsak 1,5 milyon civarında bir rakama varırız ki bu da nüfusun yüzde 10’una yakın demektir. 

"TOPLAM NÜFUSUN YÜZDE 10-15’İ ERMENİLERDEN OLUŞUYORDU"

Bunlar resmi veriler… Kilise kayıtlarına dayanan Patrikhane verileri ve bunları temel alarak yapılan araştırmalar Ermeni nüfusunu 2 milyonun çok üzerine çıkarır. Aslında tam sayıyı bilmenin çok da önemi yok. Kabaca toplam nüfusun yüzde 10-15’inin Ermenilerden oluştuğunu söyleyebiliyoruz. Ben 2005 yılında yayınladığım "Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonu’ndan Kartpostallarla 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler" kitabım başta olmak üzere bütün çalışmalarımda Osmanlı’nın resmi rakamlarını Ermeni Patrikhanesi’nin verileriyle karşılaştırarak verdim. 

Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı toplumunda Ermenilerin yanı sıra Müslüman olmayan başka topluluklar da vardı: Rumlar, Yahudiler, Süryaniler, Keldaniler, Maruniler, Bulgarlar, Latin Katolikler, Ezidiler aklıma ilk gelenler. Bu Müslüman olmayan halklar resmi rakamlara göre nüfusun yüzde 22’sini teşkil ediyordu, grupların kendi verilerini dikkate aldığımızda ise toplam nüfusun dörtte birinden fazlasının Müslüman olmayan halklardan oluştuğunu söyleyebiliriz.

"OSMANLI DÖNEMİNDE ERMENİLER ÇOK DAHA GENİŞ BİR ALANA YAYILMIŞLARDI"

Ermenilerin coğrafi olarak dağılımı nasıldı? Hangi bölgelerde, hangi şehir ve kasabalarda yaşarlardı? 

Ermenilerin Türkler Anadolu’ya girmeden de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, o zamanlar Kilikya olarak adlandırılan bölgede (Adana, Mersin, Maraş) yaşadığını, yine o yıllarda Van’dan Sivas’a büyük bir göç yaşandığını biliyoruz. Buralara Ermenilerin klasik yurtları diyebiliriz. Ama Osmanlı döneminde çok daha geniş bir alana yayılmışlardı.

Bugünkü Türk milliyetçisi söylem içinde şaşırtıcı gelebilir: Mesela Karadeniz bölgesinde, sadece şehirlerde değil, kıyı kasabalarının da tamamında kilise ve okuluyla kurumlaşmasını tamamlamış birer Ermeni topluluğu yaşıyordu. Sadece şehir ve kasabalar da değil. Özellikle Trabzon ve Ordu’da Ermeni köyü diye adlandırabileceğimiz yani nüfusunun tamamı ya da tamamına yakını Ermenilerden oluşan, kilise ve okulu bulunan otuzar köy saymak mümkün. Başkent İstanbul’un yanı sıra Trakya’da, Batı Anadolu’da ve Ankara, Konya, Yozgat, Eskişehir, Kayseri gibi Orta Anadolu şehir, kasaba ve köylerinde de şaşırtıcı bir varlıklarının olduğunu görüyoruz. Bursa’nın doğusundan İzmit’e, Adapazarı’na, Bilecik’e uzanan bölge ise batıda Ermeni nüfusunun en yoğun olduğu yerdi. Bu bölgede şehir ve kasabaların yanı sıra kırka yakın Ermeni köyü vardı ki, bunların bazılarının nüfusu on binin üzerindeydi. 

"ETKİLERİ ÜZERİNDE ÇOK KONUŞULMAYAN BİR OLAY DA CELALİ İSYANLARIDIR"

Bu kadar geniş bir coğrafyaya nasıl yayılmışlar?

Bir kısmı zorunlu göçlerle oluyor. Osmanlı’nın kolonizasyon politikası: Klasik döneminde Osmanlı devleti bir yeri fethettiğinde nüfus bileşimine müdahale ediyor ve buraya farklı bölgelerden farklı etnik ve dini aidiyetlere sahip ya da farklı yeteneklere sahip halkları yerleştiriyor. Bu iç sürgünlerden nasibini alan grupların arasında Ermeniler de var. Bizde etkileri üzerinde çok konuşulmayan bir olay da Celali İsyanlarıdır. Doğuda, taşrada genel bir asayişsizlik yarattığından bahsedilir ama softaların başını çektiği bu karışıklıklarda Ermenilerin de hedef alındığına ve bu olayların doğudan batıya doğru önemli bir Ermeni göçüne neden olduğuna pek değinilmez. 

Göçlerin bir nedeni de Ermenilerin yetenekleri vesilesiyle gerçekleşiyor. Mesela kendisi de Ermeni kökenli olan Mimar Sinan, Selimiye Camii inşa edilirken 200 kadar taş ve ahşap ustasını Edirne’ye getiriyor ve bu ustalar, yanında getirdikleri aileleriyle birlikte Edirne’deki Ermeni cemaatinin temellerini oluşturuyor. Özellikle 19. yüzyıl içinde artık kapitalist ilişkilerle tanışmış olan Ermeni zanaatkâr ve tüccarların istikbal arayışıyla batı şehir ve kasabalarına yerleşmesinden de bahsetmek gerekir.

"ERMENİLER YAŞADIKLARI ŞEHİRLERİN EKONOMİK VE SOSYAL HAYATINA DAMGASINI VURUYORDU"

Ermeni nüfusunun sosyo-ekonomik durumları, sosyal hayattaki yerleri konusunda neler söylenebilir?

Bir şehrin nüfus bileşimi hakkında konuşurken sadece sayısal verileri dökmek bana çok anlamlı gelmez. "Aktif nüfus" şeklinde bir kavram geliştirmek lazım. Ermeniler az önce de değindiğim yetenekleri sayesinde birçok şehir ve kasabada nüfusun en aktif kesimini oluşturuyordu ve o yerleşim yerinin ekonomik ve sosyal hayatına damgasını vuruyordu. 19. sonu 20. yüzyıl başında yayınlanan ticari yıllıklar var. Bu yayınlarda hangi şehirde hangi sektörde kimlerin bulunduğu isim isim sıralanıyor, dışarıdan gelen birisinin kolayca ticari ilişki kurması için.

Mesela Diyarbakır şehrinde Ermeniler çoğunlukta değildi; toplam nüfus 35 bin, bunun sadece 10 bini Ermeni’ydi. Ama "Annuaire Oriental" adlı yıllığın 1914 baskısının Diyarbakır sayfalarında yer alan firma ve kişilere bakıldığında, şehirdeki tek oteli Mendilciyan adlı bir Ermeni’nin işlettiği, kuyumculukla uğraşan 12 firmanın tamamının, 11 duvar ustasının 10’unun, 9 bakır tüccarının ve ipekli kumaş üretimi yapan 10 firmanın tamamının, mazı, pamuk, ipek, tahıl, yün vb. malların ticaretiyle uğraşan 38 tüccarın 29’unun Ermeni olduğu görülüyor.

"DİYARBAKIR’DA 1909 YILINDAN İTİBAREN ERMENİCE DÖRT AYRI GAZETE VE DERGİ YAYINLANIYOR"

Şehirde Süryaniler ve Keldaniler başta olmak üzere farklı millet ve mezheplerden Hıristiyanlar da bulunmasına rağmen Ermeniler şehrin tüm Hıristiyan ahalisinin temsilcisi olarak görülürdü. 19. yüzyıl sonunda ve 20. yüzyıl başında Diyarbakır belediyesinde her dönem Ermenilerden bir kişi ikinci başkan olarak görev alırdı. Belediye meclisinin üyelerinin yarısını, vilayet idare meclisinin üyelerinin önemli bir kısmını, başta Ermeniler olmak üzere Hıristiyanlar oluştururdu.

Diyarbakır’daki avukat, doktor ve eczacıların tamamına yakını Hıristiyan, çoğunluğu ise Ermeni’ydi. Sandık eminliği, mal müdürlüğü, tahsildarlık gibi devlet görevlerinde ise hemen her zaman Ermeniler bulunurdu. Polislik, hapishane müdürlüğü gibi görevlerde bile Ermeniler vardı. Bunlara ayrıca eğitim hayatını, okullaşma ve okuryazarlık oranının yüksekliğini, kilise müştemilatında faaliyette bulunan tiyatroyu, Ermeni bandosu gibi unsurları ve şehirde yayınlanan Ermeni gazete ve dergilerini de eklemek gerekir. Diyarbakır’da 1909 yılından itibaren, bazısı çok kısa süreli de olsa Ermenice dört ayrı gazete ve dergi yayınlanıyor. Valiliğin 19. yüzyıl sonlarından itibaren yayınlanan resmî gazetesi olan "Diyarbekir"in bazı sayıları ve bazı sayfaları Ermeni harfleriyle Türkçe olarak çıkıyor. 

"ERMENİLER OSMANLI’NIN SOSYAL, İKTİSADİ, SİYASAL HAYATINDA ÖNEMLİ BİR YER TUTUYORDU"

Sadece Diyarbakır değil herhalde bütün ülke çapında basın hayatında ileriler, değil mi?

Galeri Birzamanlar’da 1894 tarihli bir afiş sergiliyoruz. Hindistan’ın Matras şehrinde 1794 yılında yayınlanan ilk Ermenice gazete "Aztarar"ın 100. yılı vesilesiyle hazırlanmış olan afişte, İstanbul’da yayınlanmakta olan Ermenice gazetelerin başlıkları ve yayın yönetmenleri yer alıyor. Tam 31 gazete görüyoruz, ki bu henüz Abdülhamid’in istibdat dönemi; Ermeni basınında esas patlama 1908 sonrası yaşanacak.

Osmanlı’nın ilk resmî gazetesi "Takvim-i Vekayi" 1831 yılında yayına başlıyor, bir yıl sonra da bu gazetenin Ermenice versiyonu "Lira Kir Medzi Derutyanın Osmanyan" yayın hayatına giriyor. Ermeniler Osmanlı’nın sosyal, iktisadi, siyasal hayatında o kadar önemli bir yer tutuyor ki, devlet resmî gazetesini Ermenice olarak da yayınlama ihtiyacı duyuyor. 

Özel gazetelere taşradan bir örnek vereyim. İzmit körfezinin güneyindeki Bardizag kasabasında "Panper Bardizagyan" adlı Ermenice gazete yayınlandığında henüz Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da Türkçe özel bir gazete yayın hayatına girmiş değil.

2009’da Ermeni basın tarihi üzerine bir sergi hazırlamıştım. Orada Osmanlı döneminde bugünkü Türkiye sınırları içerisinde yayınlanmış olan Ermenice ve Ermeni harfleriyle Türkçe basılmış 600 kadar gazete ve dergiye yer vermiştim. Bu yayınların içerikleri de çok zengin. Sosyal olaylara değinen genel haber yayınlarının yanı sıra politika, din, ekonomi, felsefe, eğitim, hukuk, edebiyat, sanat, tıp, spor hatta izcilik gibi spesifik alanlarda yayınlanan gazete ve dergiler var. Kadın ve çocuklara yönelik yayınlar da…

"BİRÇOK ŞEHİRDE ZANAATKARLARIN ÖNEMLİ BİR KISMINI ERMENİLER OLUŞTURUYORDU"

Ermenilerin sosyo-ekonomik durumları nasıldı? Daha çok hangi meslek gruplarında yer alırlardı?

Yukarıda Diyarbakır’la ilgili bazı mesleklere değindim. Birçok şehirde zanaatkârların önemli kısmını Ermeniler oluşturuyordu. Bazı yerlerde işler bireysel zanaattan çıkmış atölye sahipliğine, fabrika sahipliğine doğru evrilmişti. Fabrika deyince soyadlarından ötürü aklıma ister istemez Mezreli, yani Elazığlı Fabrikatoryan Kardeşler geliyor; ipekli dokumada dünya çapında başarılara imza atmışlar, 1884’te Lyon’da düzenlenen uluslararası fuarda birincilik ödülü almışlar.

Anadolu’nun birçok yerine yayılmış ipekçiliğin birçok aşamasında Ermenileri görüyoruz. Köylerde ipekböceği yetiştiriciliği, şehirlerde kozadan iplik çıkaran filatür fabrikaları, ipekli dokuma fabrikaları ve bütün bu işlerin ticari faaliyeti, hatta ihracatı. Buna Bursa’daki İpekçilik Enstitüsü’nü de eklemek gerekir; devletin ipekböcekçiliğini ıslah etmek için kurduğu resmi kurumu. Bakıyorsunuz, bunun kurucu müdürü Kevork Torkomyan adlı bir Ermeni, öğretmenleri Ermeni, öğrencilerinin çoğu Ermeni. Yani ipekböcekçiliğinin ıslah edilmesi Ermenilere havale edilmiş. Sadece tüccar, sanayici gibi kapitalist bir sınıf olarak değil, köylüler, işçiler, teknik uzman olarak da Ermeniler bu sektörde var. 

Birçok şehirde demircilik, dericilik, bakırcılık, kalaycılık, kuyumculuk, saraçlık, halı ve bez dokumacılığı gibi işler yine Ermeniler eliyle yapılıyor. Eskişehir’de lületaşı işletmeciliği, Ankara’da tiftik işi vb. İncir ve üzüm kurutmaktan, tütüncülüğe kadar tarım ürünlerinin işlenip ihracatı. Gıda sektörü de öyle: Mesela Galeri Birzamanlar’da sergilediğimiz bir teneke kutu var: Cıknavoryan’ın 1874’te Üsküdar’da kurmuş olduğu bisküvi fabrikasında üretilen pötibör bisküvilerine ait. Kolonyanın Türkiye’deki ilk üreticilerini araştırdığınızda karşınıza Ermeni eczacı Karekin Bedros Khosdikyan’ın Erenköy kolonyası çıkıyor.

Teknik bilgi gerektiren sektörlerde de hemen Ermeni isimlerine rastlıyorsunuz: Fotoğrafçılık, saatçilik ve matbaacılık… 

"OSMANLI’DA İBRAHİM MÜTEFERRİKA İLK TÜRK MATBAASINI KURMADAN 160 YIL ÖNCE APKAR TIBİR ERMENİ MATBAASINI KURMUŞTU"

Sadece İstanbul’daki Abdullah Biraderler gibi tanınmış fotoğrafçılardan bahsetmiyorum. Birçok taşra şehrinde yerel Ermeni fotoğrafçılar ortaya çıkmıştı ve bunların bir kısmı o dönemin son derece yaygın bir haberleşme materyali, bir çeşit medyası olan kartpostalları da üretiyordu. 

Osmanlı’da İbrahim Müteferrika ilk Türk matbaasını kurmadan 160 yıl önce Apkar Tıbir Ermeni matbaasını kurmuştu. Taşrada dahi yayınlanan geniş bir Ermeni gazeteciliğinden bahsettim, bu aynı zamanda matbaacılık da demektir. Ermeni matbaacılardan bahsettiğimizde sadece Ermenice yayın basan matbaaları saymak eksik olur, Osmanlı’da Türkçe yayın basan matbaaların bir kısmını da Ermeniler kurmuş ve yaşatıyordu. Ayrıca Arap harfli Türkçe hurufatın, bugünkü deyimle söylersek fontların, hazırlanmasında, dökümünde yine Ermeni matbaacıları görürüz.

"ERMENİLERİN GENEL TOPLUMA KATKILARI ANLATMAYLA BİTMEZ"

Spor ve tiyatro, müzik gibi sanat dallarını katarsak hem Ermenilerin uğraşları hem de genel topluma katkıları anlatmayla bitmez, uzar gider.

Ermenilerle alakalı, genellikle atlanan bir diğer unsur da misyonerlik. Batılı Katolik ve Protestan misyonerler Osmanlı’nın Doğu kiliselerine mensup halklarını kendi mezheplerine kazandırmak için özellikle 19. yüzyılda yoğun bir çalışmaya giriştiler. Kendilerine "kurtarıcı" rolü biçiyorlardı ve başta Ermeniler olmak Doğunun bu "zavallı" Hıristiyanlarını hem dinsel anlamda hem de sosyal, ekonomik, siyasi anlamda daha ileriye taşımaya çalışıyorlardı. Bu amaçla yüzlerce okul açtılar, yetimhaneler, hastaneler, iş yurtları inşa ettiler. Misyonerlerin bu faaliyetleri ve Ermeni kurumlarının onlara sahayı kaptırmamak için attığı rekabetçi ileri adımlar hem Ermenileri hem de bir bütün olarak genel toplumu daha ileri taşıyordu.

"KURDUKLARI BÜTÜN DÜNYANIN 1915’TEN İTİBAREN YIKILDIĞINI GÖRÜYORUZ"

1915 Ermeni Soykırımı sonrası ne yaşadılar?

Kurdukları bütün bu dünyanın 1915’ten itibaren yıkıldığını, insanlarıyla birlikte yok edildiğini görüyoruz. Doğrudan öldürülüyorlar ya da sürgüne yollanıyorlar. Savaşın sona ermesiyle 1919 başlarından itibaren bir dönüş ve hayatı yeniden kurma çabası var. Ama bu çoğu yerde çok sorunlu oluyor. 1922’den itibaren ise imkânsız hale geliyor. Taşrada Ermeni hayatı büyük ölçüde bitiyor. 2.500 kadar kilise ve manastırdan ve 2.000’i aşkın okuldan geriye neredeyse bir şey kalmıyor, cemaat yapıları dağılıyor. Varlık Vergisi ve İkinci Dünya Savaşı sırasında icat edilen 20 Kura Askerlik gibi olaylar daha çok İstanbullu Ermeni, Rum ve Yahudilerin başına gelmiş gibi anlatılır ama aynı uygulamalar taşrada tek tük kalmış Ermenileri de vurmuştur. Taşradaki Ermeni varlığına son darbe ise 1974’te Kıbrıs harekâtına paralel olarak yaşanan baskılardır. 

"KÜRTLER SON YILLARDA KENDİ BAŞLARINA GELENLERİN DE ETKİSİYLE BİRAZ DAHA EMPATİYLE BAKABİLİYORLAR"

Türkiye halkları Ermenilere yaşatılanların ne kadar farkında? Başkasının acısını hissediyorlar mı?

Herkesi kapsayacak bir genelleme yapmak doğru olur mu bilmiyorum. Sonuçta onların yokluğu üzerine bir dünya kurulmuş, hatta birçok yerde "Aman Ermeniler gelir de mallarını geri ister mi" diye bir korku yayılmış. Ermenilerin tarihsel izlerinin yok edilmesi için gösterilen çabalar, hafızalardan silinmesi için yıllardır takip edilen eğitimler vb. Bir empatinin doğal olarak gelişmesini engellemiş. Kürtler son yıllarda kendi başlarına gelenlerin de etkisiyle biraz daha empatiyle bakabiliyorlar.

"ERMENİLERİN YOK EDİLME SÜRECİNİN KENDİSİ SON DERECE İNSANLIK DIŞI"

Ermenilerin ardından Türkiye halkları ne kaybetti?

Ermenilerin yok edilme sürecinin kendisi son derece insanlık dışı, üzücü, kabul edilemez bir olay. Onu bir kenara bırakarak kalanlar açısından, Ermeni olmayanlar açısından bakarsak da aynı şekilde bir dram. Türkiye büyük ölçüde geriye gitmiş. Üretim olarak geriye gitmiş. Sosyal hayat olarak geriye gitmiş. Siyasal hayat olarak geriye gitmiş. 

Erzurum mebusu Hoca Raif Efendi anılarında Ermenilerin gönderilmesinden sonra şehirde çeşmelerin musluklarını tamir edecek tek bir ustanın kalmadığından yakınır. Taşrayla ilgili olarak az önce bahsettiğim bütün bu fabrikalar, atölyeler kapanın elinde kalmış, işi bilmeyen insanlar bunları devam ettirememiştir. Mesela bugünkü Elazığ’ın üstündeki Harput şehrini alalım. Ermenilerin yaşadığı dönemde son derece ileri bir şehirdi. Nüfusunun tamamı Ermenilerden oluşmamasına, Ermeni-Müslüman oranı yarı yarıya olmasına rağmen Ermenilerin sürülmesi, katledilmesiyle ekonomi çöktü ve Müslümanlar da göç etmek zorunda kaldı. Bir şehir yok oldu. Harput tek bir örnek değil, Maraş’ın Zeytun kazasını, Ankara’nın tiftik merkezi Stanoz kasabasını da Ermenilerden sonra haritadan silinen yerleşim yerleri arasında sayabiliriz. 

"ERMENİLER VE RUMLAR MODERNLEŞEN TÜRKİYE’NİN İLERİ UNSURLARIYDI"

"Doğunun geri kalmışlığı" üzerine Türkiye’de çok laf edilmiştir ama Ermeniler yaşarken bu bölgenin hiç de geri olmadığı hep göz ardı edilir. 

Bizde Atatürk inkılapları, Cumhuriyetin sanayi hamlesi üzerine de çok laf edilir. Bunların hepsi "muasır medeniyetlerin seviyesine çıkmak" için gösterilen çabalar. Günlük hayattan, okuryazarlıktan, kılık kıyafete kadar yaşanan değişikler. Ama zaten Ermeniler ve Rumlar, Batılı diyeceğimiz bu hayat tarzına çoktan girmeye başlamıştı, modernleşen Türkiye’nin ileri unsurlarıydı. Ve Mustafa Kemal şimdi onlar yokken, bu hayata yabancı Müslüman halkı Batılılaştırmaya çabalıyordu, tabii yer yer zorlamalarla…

Sorunuza tekrar dönersek, Türkiye halkları açısından yani kalanlar açısından en büyük kötülük bence bütün bu sürecin sonunda, istediğimi yok ederim, istediğimi sürerim, istediğimin malına el koyarım, yaptıklarımın hesabını da vermem, hatta gerekirse mağdurları suçlu da ilan ederim şeklinde keyfi bir yönetim anlayışının yerleşmiş olmasıdır. 

"TÜRK-MÜSLÜMAN OLMAYAN GRUPLARIN BU ÜLKEYE YAPTIĞI KATKILARI ANLATMA GİBİ VİCDANİ YÜKÜMLÜLÜĞÜM VAR"

Soykırımın 107. yılında neler diyeceksiniz?

Genellikle bana bu soru "umutlu musunuz" diye sorulur, "Ermenilerin yaşadığı acıların genel toplum tarafından kabul edilmesi ve Ermenilerle Türkler arasında barışın yeniden tesisi konusunda umutlu musunuz?" Kişisel olarak umutlu olup olmamak pek önemli değil. Türk-Müslüman kökenden gelen birisi olarak Ermenilerin veya genel olarak Türk-Müslüman olmayan grupların bu ülkeye yaptığı katkıları, onların yaşadığı acıları insanlara anlatma gibi bir vicdani yükümlülüğüm olduğunu düşünüyor ve ona göre hareket ediyorum.

OSMAN KÖKER KİMDİR?

Yazar Osman Köker 1957 yılında Türk-Müslüman bir ailenin çocuğu olarak Maraş’ta doğdu. Birzamanlar Yayıncılık’ın kurucusu, yayın yönetmeni ve Galeri Birzamanlar’ın küratörüdür. Muhtelif günlük gazetelerde, haftalık ve aylık dergilerde muhabir ve editör olarak çalıştı. Tarih Vakfı tarafından yayınlanan Toplumsal Tarih dergisinin uzun süre yayın yönetmenliğini yaptı.

1990’ların başından itibaren hem araştırmacı hem yayıncı hem de aktivist olarak Türkiye’deki Müslüman olmayan toplulukların tarihi ve günümüzde yaşadıkları sorunlar konusunda yoğunlaştı. Bu alanda çok sayıda kitap yayınladı. Türkiye, Almanya, Fransa, İsviçre, ABD, İngiltere, Suriye, Ermenistan, Hollanda, Avusturya gibi ülkelerde sergiler düzenledi, konferanslara katıldı, sunumlar yaptı. Özellikle Ermenilerin sosyal tarihini Türkçe (Osmanlıca), Ermenice ve Batı dillerinden kaynakları birlikte kullanarak ortaya çıkaran Köker, "100 yıl önce Türkiye’de Ermeniler" kitabının da yazarıdır.

Öne Çıkanlar