Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Gelin kendimizi ihbar edelim

Kendimizi öyle bir ihbar edelim ki, ‘yönetenler’ bizi yönetemez hale gelsinler. Hani hiç bakmadan gökyüzünü tarif ederiz ya aynen öyle.

Devlet bize verilen adlarla bizi arayarak kapılarımızı kırıp evlerimizi basıyor. Yakalanmamızı başka, yargılanmamızı başka, ceza almamızı başka, verilen cezayı yatmamızı başka, tahliye ya da cezamızı doldurup çıkmamızı başka tanımlarla adlandırarak bir kimlikte saklanmış birçok şey olduğumuzu koyuyor önümüze. Bizim kendimizi tanımladığımız her şey her durumda bizden alınıyor. Bizi içinde yaşayıp gittiğimiz kendimiz olmaktan çıkararak toptan terörist ilan etseler bile yine de dünya frenine basılmış gibi o dakika durmaz. Güneş iktidarların tanımına bakmadan mevsimine göre doğup batar. Bu durumlarda kimin gecesi uzun olur, kimin gündüzü kısa olur bilinmez. Gelin artık ‘devletimizi’ zahmete sokmadan, bir müracaatla her birimiz ‘özgür’ irademizle terörist olduğumuzu ilan edelim.

Sendikalı ya da sendikasız işçi hakkını aradığında anında bir madde ile kapı önüne koyulan sermaye düşmanı oluyor. Derdini duyurmak için sokağa çıktıklarında, devlet tarafından kırılıp dökülerek gözaltına alınanlar hemen orada düzen bozucu ya da vatan haini oluyor. Devletten, sermayeden, güçlüden hakkını arayanlara her durumda yapıştırılacak bir ad vardır. Bu aslında başı sıkıştıkça devlet tarafından baş vurulan ‘Git hayatında çürüyerek öl!’ emridir, sermayenin sırları bir gün mutlaka dökülecek olan karşısında saçını keyifle taradığı aynadır. Yine de evlerin bacasında duman yükselir her sabah, her akşam elinde ekmekle eve dönecek olanlar beklenir. Gelin üç öğün dert yiyip içenler olarak aç-susuz teröristler olduğumuzu devlete ihbar edelim...

Apartmandan gecekonduya oradan gökdelenlere varıncaya kadar, yani yukarıdan aşağıya erkeklerin çekip çevirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Nedense bu erkek dünyasında işlenen kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzlerin nedeni sistemin kendisi değil de, kadınların tutum ve davranışlarında aranarak bozuk düzen hep sürdürülüyor. Erkek tarafından öldürülmüş, taciz ve tecavüze uğramış kadınlar ya ‘çok sevildikleri’ için, ya ‘erkeklerin aşkına karşılık vermedikleri’ için, ya da ‘uygun giyinmedikleri’ için maruz kaldıklarıyla yaftalanırlar. Yukarıda adlandırdığım gibi her duruma göre devletin erkek tarafından öldürülerek hayatı elinden alınmışlara, tecavüzle yaşamı cehenneme çevrilmişlere, tacizle suskunluğunda boğulanlara yapıştırdığı bir ad veya sıfat vardır. Gelin hep beraber, kadın cinayetleri karşısında duran birer terörist olduğumuzu devlete ihbar ederek, sorgulanıp yargılanmamız içine emniyet müdürlüklerinin önünde sıraya girelim...

Her erkek ev ya da kurum fark etmez, bulundukları yerlerde bilerek ve isteyerek genlerine işlediği için egemenliklerini sürdürenlerden olmadığımızı; Kadın hakkını, emek sermeye çelişkisinin önüne koyarak kadını ikinci plana iterek, duyulmayan, görünmeyen yapanlardan olmadığımızı; Yüz yıldır Kürdü, Ermeni’yi, Çerkez’i Türk yapmaya çalışarak ana dilleri yok eden olmadığımızı; Aleviliği bir erkek inancı olan Sünnilikle sulandırmayacağımızı; Kısacası kadını yok saymanın sağı, solu olmaz diyen birer terörist olduğumuzu yolda rastladığımız polis devriyesinin önünü keserek, kelepçelenmek için ellerimizi uzatıp kendimizi onlara yakalatalım. Gelin hep beraber evlerimizde değil, gözaltında devletin verdiği kumanyayı yiyerek sabahlayalım...

Yolda otostop çekerek bindiğimiz aracın sürücüsüne terörist olduğumuzu ihbar edelim, durdurduğumuz taksinin arka koltuğuna geçerek şoföre taksi ücreti olmayan parasız bir terörist olduğumuzu ihbar edip bizi en yakın polis noktasına teslim etmesini isteyelim. Durakta otobüs ve metro beklerken yanımızdakine ‘devletimize’ bir hizmet olarak terörist olduğumuzu fısıldayalım. Kendimizi ihbar etmeyi öyle bir hale getirelim ki, devletin tüm güvenlik güçlerini elden ayaktan düşürecek kadar yoralım, hiçbir ihbarı ciddiye almayacak hale getirelim. Karakollardan taşalım, stadyumlara sığmayalım, evlerimiz birer gözaltı merkezi olsun. Vurulmadık damga, yüklenmedik suç, mühür vurulmadık işyeri, KHK ile görevden alınmadık kurum, kayyum atılmamış belediye kalmasın. Gelin vergisini veren vatandaşı olmaktan bir fayda görmediğimiz bu devlete kendini ihbar eden dürüst birer terörist olalım.

Kendimizi öyle bir ihbar edelim ki, ‘yönetenler’ bizi yönetemez hale gelsinler. Hani hiç bakmadan gökyüzünü tarif ederiz ya aynen öyle. Kuşunu, bulutunu, güneşli gününü, yıldızlı gecesini içeren soruların tümünü cevaplamış olarak, yüksek notla o karakollardan mezun olalım. Diplomamızın altında o karakol amirinin mührü olsun. Kapımız polis tarafından çalındığında, nüfus cüzdanımızı değil karakollardan aldığımız diplomaları göstermemiz yeterli olsun. Kişi başına düşen milli gelirimizi, kişi başına düşen teröristimize tercih edelim. Gelin devletin boynumuza astığı belayı, yaşadığımız yerde kendimizi ihbar ederek onun boynuna aslım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi