Hepimiz aynı gemide değiliz ama hepimiz aynı ekokırım ve siyasikırım fırtınasının içindeyiz

Kürt meselesi ve iklim krizi toplumun iliklerine işledikleri ölçüde kalıcı gündem maddeleridir ve o ölçüde kısmi değil toplu çözümler gerektirirler.

25 Eylül 2020 Cuma gününe dair benim açımdan iki önemli gelişme vardı.

Bunlardan biri yaşamı savunanlar olarak genç iklim aktivistlerinin başlattığı iklim grevlerinin son ayağı Küresel İklim Grevi’nde "İklim Adaleti Sosyal Adalettir" sloganıyla taleplerini bir kez daha söylemek üzere küresel eylemliliğe gitmeleri, karar vericilere çağrıda bulunmaları….

Bir diğer önemli gelişme ise, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bir şafak operasyonuyla 2014’teki Kobani eylemleriyle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında HDP’li vekilleri ve yöneticileri merkeze alan 82 kişilik gözaltı kararı alması…

Bu durum, Ankara’da dikkatleri bir kez daha Cumhur İttifakı’nın muhalefetle yaşadığı siyasi mücadeleye çevirdi.

2014’teki Kobani olaylarının dönemin HDP yönetimince organize edildiğine ilişkin suçlamalar HDP’li vekillerin gözaltına alındığı 2016’da da vardı. Kobani eylemlerinin üstünden altı, soruşturmanın üstünden dört yıl geçmesine karşın HDP’li siyasetçilere operasyon yapılması iktidardaki AKP-MHP ortaklığından kurulu Cumhur İttifakı’nın siyaset planlarına ilişkin soruları gündeme taşıdı.

Bu iki birbirinden apayrı gibi duran meseleyi birbirine bağlayan çok ince bir çizgi, özünde taleplerin benzerlikleri açısından içerik senkronizasyonu var.

Toplumun geniş kesimlerini içeren konularla ilgili kararların yerelde, yerinde, istişare edilerek alınmaması, alınan ekonomik ve siyasi kararların merkezi yönetim tarafından tepeden inmeci şekilde dayatılması, karar alma mekanizmalarına toplumun farklı kesimlerinin dahil edilmemesi, yerel yönetimlerin iradesinin ve seçilmişlerin yok sayılması, baskıcı, otoriter, dayatmacı politikalarla toplumun tektipleştirilmeye çalışılması, hak ve özgürlükler temelli taleplerin susturulması, muhalif kesimlerin sesinin kısılması…

Adalet çok katmanlı, çok boyutlu, çok sesli bir meseledir, özünde hak talebi içeren bir adalet arayışı ister iklim adaleti için olsun, ister sosyal adalet için olsun, isterse siyaset yapma pratikleri açısından olsun, meşrudur.

Katılımcılığın olmadığı, yaşam hakkının savunulmadığı, demokratik taleplerin dile getirilemediği, çoğulculuğun gereği ötekilerin sesini çıkaramadığı her yerde hak talebi, yurttaşlık sorumluluğu gereğidir.

Fosil yakıt kullanımının, tüketimin merkeze alındığı kapitalist düzenin, ormansızlaşmanın, canlıların yaşam alanlarının yok edilmesinin, bir yandan iklim krizi derinleşirken diğer yandan toplumsal eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik ve adaletsizlilerin yükseldiği bir yerde, muhalefetin siyaset yapma imkanı da yok demektir.

Bunun dünyanın çeşitli yerlerinde yükselen milliyetçi, sağcı, popülist hatta ırkçılığa varan siyaset yapma biçimlerinin pratiklerinde görüyoruz.

İnsandan, yaşamdan, ötekiden, güçsüzden, zayıftan, dezavantajlıdan yana tavır almayan siyasetin doğanın haklarına da saygısı yoktur.

İklim adaleti isteyenler, hem yaşadığımız dünyayı ve canlıları korumak için hem de ırk, cinsiyet veya sosyal durum ayırmaksızın tüm insanların yaşadığı eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için sesini yükseltiyor.

25 Eylül Küresel İklim Grevi’nde bugünümüzü, geleceğimizi dert edenler "İklim Adaleti = Sosyal Adalet" sloganıyla yanan evimiz dünyanın durumuna bir kez daha küresel anlamda dikkat çekmeye çalıştı.

Sınırsız ekonomik büyüme tutkusu, bu tutkuya eşlik eden fosil yakıtlara bağımlılık ve yeryüzü üzerindeki muazzam tahribat…

"Eski normal"imizin kapısını araladığı krizler çağının artık içindeyiz.

Bir yanda sıcak hava dalgalarıyla, aşırı yağışlarla, kontrol edilemeyen yangınlarla iklim krizi tüm şiddetiyle kendini gösterirken, diğer yanda ekosistemlerin kırılgan dengesine yapılan müdahalelerle gün yüzüne çıkan pandemi, tüm gündelik yaşam pratiklerimizi dönüştürüyor.

Krizlere karşı hepimiz aynı gemide değiliz…

Başta iklim krizi ve pandemi olmak üzere, karşı karşıya olduğumuz krizler toplum içinde dezavantajlı konuma itilen grupları ve bireyleri her geçen gün daha da kırılgan hale getiriyor.

Zira ekonomik kaynaklara kısıtlı erişimi olanlar, karar alma mekanizmalarından dışlananlar, sosyal ve kültürel açılardan ve toplumsal cinsiyet bakımından marjinalleştirilenler aynı zamanda krizlerden de en sert şekilde etkilenenleri oluşturuyor.

Önümüzde iki seçenek var…

Ya Sıfır Gelecek: Eski tas eski hamam devam edeceğiz ve her türlü krizin, toplumsal adaletsizliğin derinleştiği sürdürülemez bir geleceğe yelken açacağız.

Ya Sıfır Karbon Gelecek: "İklimi değil sistemi değiştir" sloganının altını doldurarak yeryüzüyle barışık, adaletin tesis edildiği bir geleceği bir arada inşa edeceğiz.

Yaşamı savunanların talepleri aslında son derece net.

Türkiye’de her türlü yıldırmaya, karalamaya, kriminalize edilmeye karşı cesaretle siyaset yapmayı sürdüren HDP’ye yapılan operasyonlar, büyük resme baktığımızda sistemi değiştirmeye talip olanlara dönük bu her yanı çürümüşlükten dökülen sisteme sıkı sıkıya sarılmışların, eski tas eski hamam devam etmek isteyenlerin aklının eseridir.

Kürt siyasetinin dışlandığı bir siyaset yapma biçiminin ne toplum ne de hukuksal açıdan kabul edilebilirliği yok.

Siyasetin temel motivasyonu, insanları birbirine kırdırmak değil en başta toplumsal barışı tesis etmektir.

6-8 Ekim Kobani olayları, Kürt siyasi hareketinin ve dolayısıyla HDP’nin hem siyasi pozisyonunu, hem de onunla ittifak kurabilecek partilerin siyasi pozisyonlarını belirlemek için araçsallaştırıldı. Dolayısıyla, en az gözaltılar kadar, bu gelişmeye verilen tepkiler de önem kazandı.

Altı yıl önceki soruşturmaların bugünün siyasetini etkileyecek şekilde kullanılmasına karşı muhalefet partileri gerekeni yaptı.

CHP’nin, Saadet Partisi’nin, muhalefetin yeni partileri Deva ve Gelecek partilerinin verdiği hızlı ve doğru reaksiyonlar gayet olumlu. Geniş kesimler, muhalefetteki olası ittifakların önünü kesmek amacıyla bu operasyonun gerçekleştirildiğini düşünüyor.

Ancak, bu noktada düğünü sonrası soluğu Saray’da alarak eşiyle birlikte Erdoğan’ın makamına çıkan Ankara Başsavcısı ile ilgili CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun, "Vah garibim, Saray’a gidince balayına gidememiş anlaşılan. Helikopterler mahzun, oteller mahzun… Gözaltına alınan HDP’liler mi? Amaaan onlar teferruat, "Adam balayına gidememiş siz neyi gündeme getiriyorsunuz?" derler adama.. Derler mi derler" tweet mesajını eleştireceğim.

Siyasette sarkazm, humor iyidir, asık suratları gevşetir, içinde zeka pırıltısı varsa dikkat çeker, dillere yer eder. Ama her zaman değil. Yerinde ve zamanında durmayınca sakil olur.

Siyaset bilimci Baskın Oran, "AKP-MHP iktidarından kurulu Cumhur İttifakı’nın, muhalefetin birleşmesi için çaba harcayanların "üstüne gitmeye" karar verdiğini söylüyor. "Çünkü bu rejim zayıfladı. Böyle rejimler, zayıfladıkça sertleşir" diyen Oran, "Muhalefetin birleşme projesini sabote etmek için geçmişi deştiler ve kapanmış dosyaları gündeme taşıdılar" tespitinde bulunuyor.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ise konuyla ilgili açıklamasında, "Bu bir intikam operasyonudur. Yargı uzun süredir olduğu gibi iktidarın sopası olarak kullanılmaktadır. 6-8 Ekim olaylarının sorumlusu partimiz değildir" diyor.

Gözaltılar ekseninde konuya, "operasyonla, gündem değiştirmek istiyorlar" şeklinde yaklaşanlara da, sizce bu ülkenin gündemi nedir diye soralım.

Bu ülkenin en temel gündemi giderek yönetilmiyor olması, insana, kadına, çocuğa, diğer canlılara, doğaya yönelik giderek yükselen acımasızlığıdır, sistemin çok fazla haksızlık, hukuksuzluk ve nepotizm üretmesidir.

Yazıyı bitirirken, Kürt meselesi ve iklim krizi toplumun iliklerine işledikleri ölçüde kalıcı gündem maddeleridir ve o ölçüde kısmi değil toplu çözümler gerektirirler.

25 Eylül Küresel İklim Grevi’nin çerçevesini çizen cümle, "Hepimiz aynı fırtınanın ortasındayız, ama aynı gemide değiliz" olarak belirtilmişti.

Ben onu güncel gelişmeler eksenin biraz değiştirdim, "Hepimiz aynı gemide değiliz ama hepimiz aynı ekokırım ve siyasikırım fırtınasının içindeyiz" dedim.

Değil miyiz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Cengiz Arşivi