İbrahim Ekinci

İbrahim Ekinci

Hukuka kimin ihtiyacı var?

AKP’nin her ne pahasına olursa olsun “iktidarda tutunma” ihtiyacı ile bağdaşmadan her hangi bir reformun, değişimin olabileceğini düşünmek mümkün müdür? Gelin tartışalım.

Elbette haksız hukuksuz uygulamaların iyice çığırından çıkmakta olduğu bir zamanda iktidarın "hukuk reformu" söylemi hakkında hayale kapılmak mümkün değildir. Fakat, bunun, bu hayale kapılmama durumunun, sadece AKP’nin hak – hukuk siciline bakılarak kurulması… Yani sadece güvensizlik deneyimine dayanması eksik, sorunlu bir bakış açısı gibi geliyor bana. Böyle sınırlı bir bakış açısı, AKP’nin taktik hamlelerine kredi açabilir. Diyelim ki daha inandırıcı ve ısrarlı bir söylem, üstüne bir iki adım… Mesela Osman Kavala’nın ve daha güvendirici olsun diye MHP’yi de ikna ederek, Selahattin Demirtaş’ın da serbest bırakılması söz konusu olsun. (Buna şaşırmam. "Ben değil yargı bıraktı, bizim yargı bağımsız" mizanseni de olur) Peki bu hukuka dönüş mü olur?

Bir soru açalım: AKP’nin Türkiye tasavvurunda "hukuk devletine" ihtiyaç var mı? AKP’nin hedeflerini gerçekleştirmesi hukuka ihtiyaç çıkarıyor mu? Hedefi, temel ihtiyacı nedir? Ne yapmak istiyor? AKP’nin her ne pahasına olursa olsun "iktidarda tutunma" ihtiyacı ile bağdaşmadan her hangi bir reformun, değişimin olabileceğini düşünmek mümkün müdür?

Altmış yıldır bütün partiler, seçim kurumuna esas itibariyle riayet ettiler. Hatta ara seçimlerde hezimet olunca istifa da ettiler. Daha önce hiçbir parti seçimi kazanıp hükümet olduktan sonra, ilelebet hükümet kalmayı, iktidara dönüşmeyi, devletleşmeyi amaçlamadı. "Benim partimin bekası Türkiye’nin bekasıyla birleşmiştir" demedi. Daha önce hiçbir parti kuvvetler ayrılığını kaldırıp kuvvetler birliğine dayalı tek adam rejimi kurmaya yönelmedi. Hiç birinin, hiç olmazsa Türkiye uygulamasındaki laiklikle ciddi bir mesafesi olmadı. Hiç birisi, "Hayatımızın merkezine dinimizi yerleştirmeliyiz" demedi. Hiç birisi Cumhuriyet’in parlamenter dönemini "80 yıllık reklam arası" olarak görmedi. Hiç birisi, "Bizim Halife sorumluluğumuz var" demedi. Hiç birisi aşağı yukarı emirlik veya meşruti monarşi benzeri bir rejimi, bir önceki çağa ait, aşılmış bir rejimi inşa etmeye yönelmedi.

Anlaşılması gereken şudur: Sayısız olguda iş ve icraatları, AKP’nin kendisini, "diğer partilerle seçim kazanma yarışı, kazanınca hükümeti kurma hakkı, kendi kalkınma reform planlarını gerçekleştirme fırsatı, kaybedince kazanana devretme sorumluluğu" gibi klasik bir seçim – parti misyonuyla sınırlamadığını gösteriyor. Farklı bir tabloyla karşı karşıyayız. AKP için iktidarda tutunma ihtiyacı yakıcıdır. 2023’e varmadan, bir yandan Seçim Kanunu’nu, devamlı AKP’yi kazandıran ‘con ahmetin devridaim makinesi’ne çevirmek, diğer yandan da muhalefeti bölmek, dağıtmak, bindirmek, etkisizleştirmek istiyor.

Peki bu amaç, bu plan hukuka kapı açıyor mu?

Gözden kaçırmayalım, 2013’te orta yere saçılan cerahattan sonra Türkiye yeni bir siyasi iklime girdi. Bugün "yeni bir rejim inşası" olarak izlediğimiz şey, örttüğü ve işe yaradığı için "siyasi ideal" olarak sunulan şey, temelde AKP’nin korunaklı bir kata çekilmesi ve orada tutunma çabasıdır aslında. O yüzden bütün denetim – kontrol mekanizmaları yıkılıyor. Sürekli o katı tahkim ediyor. Liyakatsizlik eleştirisi yanlıştır. AKP iş ehliyeti anlamında liyakat peşinde değildir. Kendi amacı açısından gayet liyakatli atamalar yapıyor. Bir kişiye birkaç maaşı boşuna bağlamıyor. Bütün atamaları, "adamlarını yerleştirme" ve kurumların, devlete değil Saray’a sadakatini garantiye alma sakiyle yapıyor. İşte bu ihtiyaç AKP’nin seçim kurumuna yaklaşımını da belirliyor. Bu yüzden diğer partilerden farklı olarak AKP hükümet olmayı değil, (mülkleri, varlıkları elbette ki içinde olarak) devleti almayı amaçlıyor.

Sorunu şurada: Bu atamalarla (ve doğal olarak yıllardır adım adım ilerleyen muhalif görüşlü kamu görevlisi tasfiyeleriyle) kurumlara hakim olmayı da başardı ama hala rahat değil. Çünkü ne sistem kurmayı başardı, ne de gerçek anlamda iktidar olabildi. Salgın döneminde iyice dağılmış görünen idari kabiliyeti ile Türkiye’nin günlük ihtiyaçları arasındaki mesafe gökle yer kadar açıktır. Evet, AKP kurumlara hakim oldu ama kesin bir iktidar kuramadı. AKP’li yazarın söylemiyle, Türkiye’nin geri kalanı "ram olmadı." Hele "kültürel iktidarı" hiç kuramadı. Kuramazdı zaten, o ayrı. Daha ileri bir kültürel katmanı yok edebilirsiniz ama asimile etmek mümkün değildir! Bu ülkenin doktorlarını, mimarlarını, mühendislerini, aydınlarını, sanatçılarını, kültür dünyasını biat ettiremedi. Aynalı binaları, gökdelenleri, gıcır yolları, millet bahçeleri ve uyduruk saray mimarisi ile hayranlıklarını kazanmayı bekliyordu ama aksine küçümseme konusu olduğunu gördü, hırçınlaştı. ‘Biz ve onlar’a sığındı. Fakat "biz" çemberinin eridiğini farkediyor şimdi. Hiç rahat değil.

AKP, bugün seçmen tabanında güçlü olsaydı, bir ölçüde rahat olabilirdi. Ama artık değildir. Güçlü olsaydı muhalefete bir ölçüde tahammülü de olabilirdi. Ama değildir. O yüzden HDP yöneticilerini tutuklayıp, ana muhalefet partisinin seçim broşürlerini toplatıp, liderlerini, hatta bütün muhalefeti tehdit ediyor. En son söylem şudur: "CHP, Türkiye’nin milli güvenlik sorunu haline gelmiştir!"

Hukuku bir daha soralım burada. Altındaki boşluk, seçmen tabanında giderek artan kayıplarla, her geçen gün biraz daha büyüyorsa, ekonomik kriz şartlarında bu aşınmayı geri çevirmesi mümkün de gözükmüyorsa, "iktidarda kalma" hedefi "hukukla" mı gerçekleşebilir? Bana öyle geliyor ki AKP’nin hukuka değil, Cumhurbaşkanı’nın koyduğu kurallara, çıkardığı kanunlara uyulmasına, biata, boyun eğdirmeye ihtiyacı var.

Hukuka dönüş mümkün ama bu, hukuk cinayeti olarak nitelendirilen sayısız sorumluluğu, politik bir uzlaşmayla kapatarak, yapılamaz. Bu, ne mağdurların hakkını yerine koyabilir ne de toplumun güvenini, saygısını onarabilir. Bu noktada eşyanın tabiatına geliyoruz. Hukuka dönüş, hakkı yerine koymakla mümkünse, AKP, kendisini yargı önüne çıkarabilecek bir yolu açabilir mi? O yüzden Türkiye, nasıl ki AB’ye İslamcı AKP rejimiyle, siyasetiyle, kültürüyle giremezse, aynı şekilde hukuka da AKP’yle dönemez.

Bu olanaksızlığın başka göstergeleri de var.

Yüzlerce tesisi haraç mezat sattıktan, parasını AKP propaganda yatırımlarında, şatafatta harcadıktan sonra… THY, kamu bankaları, Botaş gibi kalan 15 – 16 değerli şirketi bir torbaya (Varlık Fonu) doldurup, bütün denetim mekanizmalarının dışına çıkarıp Saraya taşımak hukuka ihtiyaç çıkarıyor mu?

Sizce devlet eliyle kurulmuş ihale tekelinin kırılması hukuka ihtiyaç çıkarıyor mu? Bütçeye döşenmiş garanti hortumu hukuka kapı açıyor mu?

Türk Telekom, Tekel, Seka… Her biri ciddi sorumluluklara konu olan bu özelleştirmeler hukuka ihtiyaç çıkarıyor mu? Yandaş vakıflara aktarılan kamu mülkleri, işleri, kaynakları hukuka ihtiyaç çıkarıyor mu? Çifte maaşlıların hukuka ihtiyacı var mı? Artık kamu fabrikalarını, mülklerini ihalesiz dağıtma aşamasına gelmiş bir hükümetin hukuka ihtiyacı var mı? Arkasında bu ölçüde sorumluluk bagajı oluşturmuş bir iktidarın hukuka ihtiyacı var mı? Memleketin hukuka ihtiyacı olduğu açık da AKP’nin ihtiyacı var mı?

Neredeyse, sadece okullardaki teneffüs zilini Cumhurbaşkanı’nın yetkisi dışında bırakan bir sistemin kök ihtiyacını, her şeyi kontrol etmek, zapturapt altına almaktan başka ne açıklayabilir? AKP’nin ihtiyacı bu. Peki bu hukuka kapı açıyor mu? AKP döneminde nemalanmış, makam, mevki, çifter maaş, rant zengini, servet sahibi olmuşlar herhalde sabahları ilk iş birbirlerini sarsarak tembihliyorlardır: Sıkı durun, safları sıklaştırın, iktidar giderse, sadece servetlerimizi kaybetmeyiz, yargılanırız!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Ekinci Arşivi