‘Kabustan uyandın mı?’

Ülke yangın yeri gibiydi. Kendisi de bu yangının ortasında kalakalmıştı. Nereye gideceğini bilemez halde amaçsızca yürüyordu.

Uyandığında henüz sabah olmamıştı. Yatak odası bir hayli soğuk olmasına karşın terden sırılsıklamdı. Kabus görmüştü. Kendini toparlamaya çalıştı. Gördüklerini bütün canlılığıyla hatırlıyordu...

Büyük bir salgın hastalık vardı. İnsanlar patır patır dökülüyorlardı. Salgın yüzünden fabrikalar, mağazalar, atölyeler, tamirhaneler, lokantalar, kahvehaneler kapanıyor. İnsanlar yüz bin, ikiyüz bin gibi aylık ortalamalarla işsiz kalıyorlardı.

Hastalığa karşı doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar, sağlık teknikerleri canla başla çalışıyorlar, ağır çalışma koşulları altında hastalık virüsünü kapıyor, ölüyorlardı.

Doktorlar "Sakın toplu halde bulunmayın!" diyorlardı.

Ülkeyi yönetenler ise tam tersini yapıyorlardı. Spor salonlarında kongreler düzeliyor, buralara parti delegelerinin yanı sıra seyircileri de çağırıyorlardı. Coşkulu kalabalıklar kendilerinden geçmişçesine sloganlar atıyor, alkışlar, şarkılar, türküler eşliğinde önceden belirlenmiş adayların katıldığı seçimler yapılıyor, o adayların kazandığı ilan ediliyordu.

Ülke yangın yeri gibiydi. Kendisi de bu yangının ortasında kalakalmıştı. Nereye gideceğini bilemez halde amaçsızca yürüyordu.

Gazete bayiindeki gazetelerin ezici çoğunluğu ülkenin büyük bir kalkınma içinde olduğunu yazıyordu. Hatta destansı bir dönemin eşiğinde olunduğu ilan ediliyordu.

Yürüyerek geldiği meydan toz duman içindeydi. Her köşesinde bir hatip büyükçe taşın üzerine çıkarak konuşmalar yapıyordu. Sakallı şalvarlı biri "Lailik kaldırılsın" diyordu. Bir başkası ise toplumsal değerler konusunda ürpertici fetvalar veriyordu:

-Altı yaşında kız çocuklarıyla evlenilebilir!

O hengâme içinde sarı saçlı bir adamın sesi duyuluyordu:

-Arkadaşlar bizim memleketimiz şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz!..

O kadar çok ses vardı ki, onun bu sözleri hemen hiç duyulmuyordu. Oraya doğru yöneldi onu dinlemek istiyordu. Onca tozun toprağın içinde sarışın adam pırıl pırıl parlıyordu. Sanki içinde bulunulan durumu değerlendiriyordu:

- Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir!

Biraz daha yaklaşıp daha yakından dinleyip anlamak istiyordu. Ondan önce başka bir grup ellerinde taşlarla "kahrolsun" diye bağırarak sarışın adama doğru koşuyordu. Fakat yaklaştıkça ufalıyor, yanına vardıklarında toz haline geliyorlardı.

Sarışın adam konuşmasına devam ediyordu:

-Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Sarışın adam konuşmasına devam ediyordu ki, onu tutuklamak için güvenlik kuvvetleri yanına gelmişlerdi. Halkı isyana teşvik suçu işlediğini aynı zamanda devlet büyüklerine hakaret ettiğini söylüyorlardı.

Artık bu kadar olamaz diye yataktan fırladı. Kan ter içinde kalmıştı. Elini yüzünü yıkadı. Gördüğü kabusu eşine anlatmak istiyordu. Az sonra saatin alarmı çaldı, eşi de uyandı. Kahvaltı masasına oturduklarında gördüğü kabusu nefes nefese anlattı. Eşi acı bir gülümsemeyle sordu:

-Kabustan uyandın mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nazım Alpman Arşivi