Özgün Enver Bulut

Özgün Enver Bulut

Kan var bütün kelimelerin altında*

Seber ailesi sürgündür, ancak 38 katliamıyla ilgili değildir bu sürgün hikâyesi.

Cemal Süreya’dan ne zaman söz etmek istesem içimi derin bir sessizlik kaplar ve bir top hüzün sarar her yanımı. Benim gözümde yetim olmanın, yetim büyümenin yeri hep farklı olmuştur. Belki bunda babamın uzun yıllar Almanya’da çalışması ve birkaç yıl annemin de yanında bulunmasının etkisi vardır. Dedem ve nenemin yanında geçirdiğimiz yıllar farklıydı, özeldi. Ancak insan annesinin, babasının özlemini, uzaklığını, kokusunu arıyor sürekli.

Cemal Süreya’yı ilk kez Türkiye Yazıları Dergisi’yle tanımıştım. İlk iki sayısında derginin hem yönetmeni, hem de yayın kurulunda yer alıyordu. Orada Ankara Yazıları yazıyordu. İlk şiirini de orada okumuş ve yeniden, yeniden okumuştum. Şiirinin ismi Uçurumda Açan’dı. O zamanlar Dersimli olduğunu bilmiyordum. Ancak o şiirden bir kan bağı yakalamıştım kendimce. İçinde ahır, Ağrı Dağı, buhran, uçurum geçiyordu. En önemlisi de "Ne demiş uçurumda açan çiçek/ Yurdumsun ey uçurum" dizesiydi. Unutmadım bu dizeyi. Sohbetlerimde çok değinmişimdir. O bağlılığı, kabul edişi, çaresizliği, buna rağmen sevmeyi o kadar derin anlatıyordu ki dize. Bugün de yine o fikirdeyim açıkçası.

Dersimli olduğunu, yeğeni Berrin Bakır Şenol’dan öğrenmiştim. Bir iş görüşmesi için geldiğim İstanbul’da kısa bir sohbetimiz olmuştu ve o zaman söylemişti. Sonrasında da aynı iş yerinde uzun yıllar birlikte çalıştık. Hatta Papirüs dergisinin de ilk yazı işleri müdürüdür. Berrin, Cemal Süreya’nın kız kardeşi Perihan Bakır’ın büyük kızıdır. Perihan Hanım Teyze’nin anıları Everest Yayınları’ndan Size Nefesimi Bırakıyorum ismiyle yayımlandı. Hakkında yazmayı düşündüğüm kitaplardandı. Öyle yanı başımda, masamda durdu uzun süre. 9 Ocak 2021 Cemal Süreya’nın 31. ölüm yıldönümüydü. Yeniden kitabı açtım, aldığım notlara baktım. Hakkında bilinenler, bilinmeyenler o kadar çok ki...

Size Nefesimi Bırakıyorum’da Seber ailesinin sürgününü de anlatmış Perihan Bakır. Özellikle Dersimlilerin yanlış bildiği bir sürgün hikâyesi vardır burada. Evet, Seber ailesi sürgündür, ancak 38 katliamıyla ilgili değildir bu sürgünlüğün hikâyesi. Tunceli Kanunu kullanılarak sürgün edilmişlerdir. Sürgün edilen de Cemal Süreya’nın babası değil, amcasıdır. Babası da abim nereye giderse ben de onunla giderim, diyerek bu sürgüne iştirak eder. Perihan Bakır’ın anılarından ailenin bir kamyonunun olduğunu öğreniyoruz. İki kardeş seferlere birlikte çıkarlarmış. Biri şoför, diğeri onun muavini ya da yardımcısı pozisyonundaymış. Uzun seferlere birlikte, kısa seferlere de dönüşümlü giderlermiş. Kısa seferlerin yapıldığı bir günde Cemal Süreya’nın babası yüklü kamyonu evin önüne çeker ve öğlen yemeği için eve girer. Amcası da evdeymiş o sırada. Kamyon sesi duyarlar. Erzincan’da çok kamyon olmadığı için dışarı fırlarlar ve evlerine yakın oturan bir albayın kayınbiraderinin direksiyon başında olduğunu görürler. Amca buna çok sinirlenir ve onu epeyce bir tartaklar. Albay amcadan şikâyetçi olur ve Vali ile olan iyi ilişkiler de bu olay sonucunda bozulur. 1935 yılındaki Tunceli Kanunu kullanılarak amcaya sürgün çıkarılır. "1935’te Tunceli Kanunu diye bir kanun çıkarılmış, o kanuna göre komutan unvanlı vali, korgenaral rütbesinde bir asker istediği kişiyi ilden sürebiliyormuş. Ve amcamın sürgüne gönderilmesine karar verilmiş... Babam da abisiyle gideceğini söylediğinde polisler: "Hüseyin, sen nereye? Biz seni değil, abini gönderiyoruz. Abin olay çıkarıyor burada" deseler de, "ben abimi bırakmam, abim nereye ben oraya..." diyen babam, abisi için sürgüne gitmeye hazırlanmış..."**

Çoğu kişi tarafından yanlış bilinen diğer bir şey de onun eşi Zuhal Tekkanat’ın hastanede kaldığı 13 gün boyunca yazdığı mektuplarda kullandığı bir paragraftır. Sürgün yolculuğuna dair yazdığı bu paragraf her nedense şiir olarak belirtilmektedir. Oysa şiir değildir. "Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli bir erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü." Aslında burada sürgünün hikâyesinin farklı olduğunu anlıyoruz. İki er yanlarına verilerek Bilecik’in Kurtköy’üne gönderilirler. O zaman 6 yaşlarında olan Süreya bu yolculuktan çok etkilenir ve asla unutmaz. Öyle ki eşine yazdığı o mektupların birinde bu şekilde açığa çıkar.

Kitaptan öğrendiğimiz bir diğer gerçek de ismiyle ilgili olanıdır. Nüfusa Cemalettin Seber diye kaydedilmiştir. Cemal Süreya okul kaydı için gerekli olan nüfus cüzdanına bu isimle kaydedildiğini görünce çok üzülüyor. "Yaaa ne demek, insanın gerçek adı neyse odur, nasıl böyle yazarlar" derdi... Babam da "Kızım bizim soyadımız "Sabır’dı. Ama Seber yazmışlar" derdi."

Cemal Süreya ikinci yeni olarak bilinen şiirin bana göre en farklı duran şairidir. Sonra Turgut Uyar ve Edip Cansever gelir. Çünkü Cemal Süreya’da kökleriyle ilgili bir damar vardır. Gizlese de kaçsa da söz etmese de şiirinin derinliğine yansır bu damar. Farklıdır diğer ikinci yeni şairlerinden. Türkiye Yazıları’nda yazdığı Ankara Yazıları’nda romancı ve öykücülerin haksızca, gereksizce yüceltmelerinden yakınır ve şairler için de şu cümleyi kurar. "Diyebiliriz ki, ülkemizde, şairlerin ünlerinde azçok efsane öğeleri de var; daha güç kazanılıyor o ün, ama daha güç yitiriliyor."*** Belki de kendisini anlatıyordur burada. Efsane o gün bugündür devam ediyor ve yitmiyor.

Bir diğer mesele de onun Dersimli, Kürt ve Zaza oluşuyla ilgilidir. Bana göre burada da yanlış bir aktarma yapılıyor ve ağır bir yük yükleniyor Süreya’ya. Çocukluğunun etkisi ve yaşadığı travmadan dolayı gizlemiştir kanımca. Dersimlilere bu korku öyle ya da böyle büyükler tarafından yükleniyor. Çocuklarını korumak adına, kimliklerini gizleme yoluna gidiyorlar. Bazil Nikitin’in Kürtler kitabını aldığımda, çevirmeninin Cemal Süreya olduğunu gördüğümde şaşırmamış, heyecan duymuştum. Çünkü kendini reddeden, gizleyen biri neden bu çeviriye girişsin ki!

Şiirlerinde gördüğüm ve annesine düşkünlüğüne dair aldığım bir nottan söz etmek isterim. Onun ilk şiiri annesini anlattığı Şarkısı Beyaz şiiridir. Bu şiirini kitabına almaz Süreya. Ancak ilk kitabı Üvercinka’da Gül isimli şiirde yine annesi Güllü vardır. Herkesin Beyaz olarak bildiği Güllü’yü bana göre Gül şiirine taşımıştır Süreya. "Gülün tam ortasında ağlıyorum/ Her akşam sokak ortasında oldukça/ Önümü arkamı bilmiyorum/ Azaldığını duyup duyup karanlıkta/ Beni ayakta tutan gözlerinin/ Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum/ Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz/ Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum/ İstasyonda tiren oluyor biraz/ Ben bazen istasyon bulamayan bir adamım."

Cemal Süreya’nın kendisi ayrı, şiirleri ayrı bir hikâyedir. Çok şey söylenir, yazılır. Ben burada onun yaşamına dair yanlış bilinen birkaç anekdot aktardım.1976 yılında İlhami Bekir Tez’in çıkardığı Sanat El Kitapları (SEK) dergisinde Cemal Süreya için yazılanları almışım. Onlardan birinde Hasan Akarsu onun için şu dizeleri kurmuş. "Kelimelerin altına baktım: KAN/ Balyozla vurdum mısralarına/ Soylu bir demir sesi duydum/ Aramıza oturdu birden/ "Saat Çin’i vurdu." Bana göre de böyledir Süreya. Hüzünden fırlayan gür bir ses, soylu bir duruş ve ince bir mizahtır dudaklarından dökülen.

*Cemal Süreya’nın şiiri.
**Size Nefesimi Bırakıyorum, Perihan Bakır, Everest, Haz. 2019
*** Türkiye Yazıları, Sayı: 1, Nisan 1977

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özgün Enver Bulut Arşivi