Koronavirüsten ölenlerin de adı var...

Ne çarpıcıdır ki, 'Yaşlılar ve zayıflar ölür, güçlüler kalır' diyerek sürü bağışıklığını savunanları iktidara getirenler de o yaşlılardı.

Koronavirüsünü artık neredeyse sadece rakamlarla konuşuyoruz. Hastalığın adı bile rakamla anılıyor: COVID-19.

Çin medyası, bugünlerde koronavirüsün geriye doğru izini sürüyor. Çin Hükümetinin yayınlanmamış verilerine ulaşmışlar. Virüs ilk kez 17 Kasım’da tespit edilmiş. Aradan dört buçuk ay geçti. Son verilere göre Çin’de koronavirüs nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı 3 bin 300.

Dünya Sağlık Örgütü Çin Ofisi, Wuhan’da ortaya çıkan ve bir çeşit zatürre sanılan hastalığa daha önce tanınmayan bir virüsün neden olduğuna ilişkin raporu ilk kez 31 Aralık 2019 tarihinde gördüklerini açıkladı.

Çin yasakların değil özgür medyanın ülkesi olsaydı salgın dört buçuk ayda dünyanın neredeyse 3’te birinin eve kapanmasına neden olur muydu?

Aman canım bu Çin gribidir deyip geçmektense olay ciddiyetle ele alınsaydı, virüsü kapanların sayısı 1 milyonu, yaşamını yitirenlerin sayısı 50 bini geçer miydi?

Bugünlerde herkes grafikler ve istatistik verileriyle konuşuyor: Türkiye’nin COVID-19 eğrisi, İtalya’nın COVID-19 eğrisinden daha dik bir açıyla ilerliyor.

ABD’de koronavirüs nedeniyle bugüne dek 6 bin kişi yaşamını yitirdi. Bunların dörtte biri New York’ta yaşıyordu. Koronavirüs aldığı tespit edilenlerin sayısı ise 245 binin üzerinde.

Birleşik Krallık’ta yani İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda dahil vaka sayısı 38 bini ve ölüm sayısı da 3 bin 600’ü geçti. Bir günde ölen kişi sayısı 684’e çıktı.

İtalya’da vaka sayısı 115 bini, ölenlerin sayısı 14 bini geçti ama 1 günde ölenlerin sayısı 27 Mart’ta pik yaptığı 919’dan 1 Nisan tarihi itibariyle 760’a düştü.

İspanya’da koronavirüs vakası 118 bin, ölüm sayısı da 11 bin dolayında.

Almanya’da vaka sayısı 86 bin iken ölü sayısı da bin yüz kişiyi geçti.

Brezilya’da ölüm sayısı 300’ü, vaka sayısı da 8 bini aştı. Son gelen bilgilere göre, yerlilerin yaşadığı Amazon ormanlarına da yayılmaya başlamış virüs.

Macaristan’da vaka sayısı 623, ölüm sayısı 26.

Tabii bunların hepsi resmi rakamlar...

İstatistikler ve grafikler sadece ölüm ve vaka sayılarını değil, kaç kişinin öleceğine ilişkin projeksiyonları da kapsıyor.

Örneğin Birleşik Krallık’taki projeksiyonlara göre, koronavirüsün yayılmasını engellemek için hiçbir şey yapılmasaymış ölü sayısı 500 binin üzerinde olacakmış. Şimdi okulların kapanması ve insanların evde tutulması gibi önlemlerle beklenti, 20 bin düzeyine çekilmiş. Birleşik Krallığın bu rakama doğru koşar adım gidişini, Başbakan Boris Johnson'ın koronavirüs karantinasında olmasından dolayı Dışişleri Bakanı Dominic Raab duyuruyor.

ABD’de Başkan Donald Trump, günlük basın toplantılarının reytinginden mutlu. Tweet’lerinde açıkça dile getiriyor bunu. 2 metre kuralını falan da umursamadan gelişmeleri kasılarak anlatıyor: ABD’de 2 milyon 200 bin kişi ölebilirmiş, muhteşem bir özverili çalışma sayesinde şimdi bu rakam 100 - 200 bin arasına çekilmiş. Buna ilişkin soru soran gazetecileri "nankörler" edasıyla terslemekten de geri durmuyor Trump.

Tabii ülkelerin tümünde test konusunda ‘son derece önemli adımlar’ atılıyor. ‘Çok yakın bir tarihte’ günde 100 bin test yapılacak. 100 bin rakamı bütün ülkelerin değişmez hedefi adeta. Bu hedefe tek yaklaşan ülke şu anda Almanya olsa gerek, en azından benim bildiklerim arasında. Şu anda haftada 500 bin test yapılıyor, bu rakamın günde 200 bine çıkarılması çalışmalarının sürdüğü açıklanıyor. Vaka ve ölüm sayıları arasındaki oranın en düşük olduğu ülke de Almanya diye biliniyor. En azından açıklanan rakamlarla.

Bir diğer yakıcı sorun da ventilator. Aynı test meselesinde olduğu gibi bu konuda da vaatler birbirini izliyor. Trump’a göre fabrikalar harıl harıl ventilatör üretmeye başladı. ABD’de koronavirüsün en yakıcı sorun olarak yaşandığı New York’un Belediye Başkanı günlerdir ‘elimizdeki ventilatörlerle en fazla 3-5 gün idare ederiz’ diye neredeyse ağlıyor. İngiltere’de de durum aynı noktada. Sağlık personeli hala eldiven, gözlük, giysi gibi son derece basit ihtiyaçlarının yetersizliğinden yakınıyor.

Dünyanın birçok ülkesinde sağlık personelinin özverili çalışmalarına bir teşekkür olarak alkışlarla destek veriliyor. Bu alkışlara katılan liderleri görünce sizin içinizden de "Biz alkışlarız, siz ihtiyaçlarını verin" demek gelmiyor mu?

Ama sağlık personelinin karşı karşıya kaldığı ya da kalacağı en büyük sınav ise "1 ventilatörü 10’larca hastadan hangisine takardın" sorunu ki, bunun hesabını bugüne dek sağlık sistemini hiçe sayan hiçbir iktidar veremez.

Örneği yine İngiltere’den vereceğim. Koronavirüsle mücadele kapsamında hükümet bu hafta, Ulusal Sağlık Servisi’nin (NHS) 13 milyar Sterlinlik borcunu sildiğini açıkladı. Bu borcun kökeninde yıllardır uyguladığı kemer sıkma politikaları nedeniyle Sağlık Servisi’ni yüksek faizle borçlandıran, bunun bir sonucu olarak da sağlık servisinin elini kolunu bağlayan muhafazakâr, sağ hükümetler var.

Borç silmenin yanı sıra hükümet bir de tehditte bulundu. Sağlık personelinin malzemeye ilişkin yakınmalarının disiplin soruşturmasına yol açabileceği ima edildi.

Virüsten lütuf çıkaran çıkarana. Macaristan’ın dikta heveslisi Başbakanı Viktor Orban’ın yalnız olmadığını, ülkesi kararnamelerle yönetilen herkes bilir bilmesine de Avrupa’da kendisini demokrasinin ve liberalizmin kalesi diye pazarlayan ülkelerde de benzerlerinin olduğunu görmek yine de moral bozucu.

İstatistiklerle devam edelim.

Bir de bitmek tükenmek bilmez bir çabayla, yaşlı ölümlerinin normalde de kaçınılmaz olduğuna her fırsatta yapılan vurgu var. Öyle ya ha 1 gün önce ha 1 gün sonra…

İngiltere’de 2019 yılı seçimlerinde 70 yaş üstü seçmenlerin yüzde 67’sinin oyunu Muhafazakâr Parti’ye yani Boris Johnson’a verdiğini insan acı bir gülümsemeyle hatırlıyor...

Bir de test meselesi var. Hastalığı erken tespit edenlerden çok, bağışıklığı tespit eden testlerin önemi anlatıla anlatıla bitirilemiyor.

Dünyada üretim çarklarının neredeyse durma noktasına geldiği herkesin malumu. Şimdi çoğu ülke, üretim çarkını döndürecek, sistemi ayakta tutabilecek, bağışıklık kazanmış insanlara ihtiyaç duyuyor. O nedenle de hastalığı erken tespit edebilen testlerden çok yeni tip bir teste umudunu bağladı devletler. Evde bile yapılabilecek, basit bir testle koronavirüsü hafif atlatanlar ve farkında olmadan bağışıklık kazananlar işlerine dönebilecek. Hele de bu kişiler sağlık çalışanı ise korona mücadelesinde aktif görev alabilecekler. Bağışıklık konusunda kesin bilimsel bir veriye ulaşılamaması kimsenin pek de derdi değil. Testlerin güvenilirliği ise hala tartışılıyor.

İngiltere Başbakanı Boris Johnson, koronavirüsle mücadelenin tek yolunun sürü bağışıklığı olduğunu, daha ilk günlerde lafı dolandırmadan söylemişti. Şimdi kabul etmek gerekiyor ki, samimi bir itirafmış. Bugüne dek atılan adımlar, virüsü geriletmiyor, sadece ölümleri geciktiriyor.

Virüs karşısında dünya devi diye geçinen, nükleer silahlarıyla övünenlerin her birinin kumdan kale gibi nasıl birer birer yıkıldıklarına tanık oluyoruz. Kemer sıkma politikalarının geldiği noktada bir virüse teslim oldu devletler. İHA, SİHA’ları üretirken keşke virüsle mücadelede kullanılacak örneğin insansız test ya da tedavi üniteleri üretseydiniz. Şimdi İHA-SİHA’larınız hangarlarda (En azından çoğu) sokaklarınız ise virüs işgali altında.

Sosyal devlet, insan haklarına saygı gibi konularda en ileri ülkelerden biri sayılan İsveç’in başbakanı Stefan Lovfen de Johnson’ın sürü bağışıklığı tezini destekleyen bir uygulamayı savunuyor. "Hepimiz, kendi sorumluluğumuzu taşıyabilecek bireyleriz" diyerek yasaklara karşı çıkıyor.

İsveç’in güçlü bir sağlık altyapısı olduğu ve buna güvenerek bu kararı aldığı söylense de orada da istatistikler diğer ülkelerle benzer bir eğri gösteriyor. 1 Mart’ta vaka sayısı 14 iken 1 Nisan’da 6131’e çıkmış, İlk ölüm vakası, 11 Mart’ta yaşanmış, bugün bu sayı 358’e çıkmış.

İstatistikler, grafikler bize sadece bir fotoğraf veriyor o da şu; dünyada bugüne dek test edilen kişilerin 1 milyon 42 bini koronavirüsünü kapmış. Bunlardan 221 bini iyileşmiş, 55 bini yaşamını yitirmiş. Yani 750 binden fazla kişi halen hastalıkla boğuşuyor. 1 milyon 42 bin kişinin ve bir de koronavirüs taşıdığı halde hasta olmayanların bulaştırdıklarına ilişkin istatistikleri ise henüz bilmiyoruz bile.

İstatistikle anlatmak kolay. Oysa bu istatistikte yer alanların bir adı, bir yaşamı, sevdikleri var geride kalan. Bu istatistikleri anneannem, dedem, annem, babam, amcam, dayım, teyzem, arkadaşım, kardeşim, çocuğum diye anlatmayı ise denemek bile zor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi