Fatma Bostan Ünsal

Fatma Bostan Ünsal

Kötülüğün sıradanlığı, tesadüf mü kelebek etkisi mi?

Hukuk devletinin rafa kalkması, gözaltı ve tutuklamanın vak’a-ı adiyeden olması, bütün insanlığın ölümü demek olan masumların öldürülmesi arasında bir irtibat var mıdır?

Karmaşık ve zıt duygu ve düşünceler içinde bu yazıyı yazıyorum. Bir taraftan "hak söz" ü bulma ve tavsiye etmenin insanın hüsrandan kurtuluşunun en önemli faaliyet olduğu yönündeki ilahi ikaz bir taraftan milyonlarca insanın bir araya gelip bir iki noktaya teksif ettiği konulardaki "söz"ü bile dikkate almamak beni "yazma edimi" konusunda ikircikli kılıyor. Ama hem ilahi ikazın gücü hem de en son Suriyeli kız kardeşimiz Emani Hanım ve on aylık yavrusunun 7 Temmuz 2017’de korkunç bir şekilde katledilmesi beni bir kere daha "söze"e yönelmeye teşvik ediyor. Emani Hanım’a yönelik vahşet ağırlığında olmasa da Suriyeli kadın, çocuk ve erkeklere yönelik horlayıcı ve istismar aslında konuya duyarlı kişiler ve kurumlar tarafından yıllardır bir şekilde biliniyordu.

Yıllarca önce MAZLUMDER’den bir ekibin bu konu ile ilgili hazırladığı rapor gibi pek çok rapor ve yazılar özellikle Suriyeli kadınların nasıl istismar edildiğini ifade ettiği için aslında bu son olay biraz göstere göstere gelmiş görünüyor. Bu yüzden başta daha sorumlu mevkide bulunanlar olmak üzere toplum olarak hepimizin ilgisizliği,  bu vahşeti ortaya çıkarmış, müteveffa Hannah Arendt’in kavramsallaştırmasıyla "kötülüğün sıradanlaşması"nın örneği olmuştur diye düşünüyorum. Kötülüğün sıradanlığından kurtulmak, "bir masumun ölümü bütün insanlığın ölümüne eşittir" ilahi uyarısı çerçevesinde bütün dünyamızın başımıza yıkılmış olduğunu düşünmek ve meseleye o ciddiyetle yaklaşmak gerekiyor. Umalım ki bu vahşetten gereken dersleri çıkarır ve çok çeşitli ayrımcılık ve istismarın önüne geçilir ve vahşetin üstesinden gelinir.

Ülkenin gündemi çok yoğun. Geçen hafta Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin AB’ne üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını tavsiye etti.  Bağlayıcı bir karar olmasa da bu karar Türkiye’nin konumu ile ilgili çok şey söylüyor. Bu da ani, beklenmedik bir olay değildir. Birkaç ay önce Venedik Komisyonu’nun Anayasa değişikli ile ilgili değerlendirmesi neticesinde Avrupa Konseyi’nin 2004 yılında, ironik biçimde AK Parti iktidarının başlarında Türkiye’nin çıktığı "gözetim altında ülke" statüsüne döndürülmesi ile paralellik arz etmektedir.

Olağanüstü halin Türkiye’de adeta olağan hale gelmesi ve OHAL uygulamalarının toplumu bunaltması neticesinde ana muhalefet liderinin haklı olarak bunu gündemine alarak başlattığı "adalet yürüyüşü" ve son olarak bu yürüyüşün 25. gününde iki milyon insanın bir araya geldiği miting - bir şekilde bu kadar insanın ortak görüşünün ifade edilmesi nedeniyle- Türkiye’nin yakın dönem siyasi  gündemi belirleyecek en önemli gündem maddesi olmaktadır. Türkiye’nin hukuk devleti karakterini rafa kaldıran, yüzbinlerce mağdur üreten ve belki de milyonlarca gencimizi geçmişte devam ettiği lise, üniversite hazırlık kursu veya kaldığı yurtlar nedeniyle şüpheli hale getiren, seçilmiş siyasetçileri hapseden ve seçilmiş belediye başkanları yerine kayyum atanmasını kolaylaştıran  OHAL ve KHK uygulamalarına bir itiraz olarak "adalet yürüyüşü"  Türkiye siyasetinin darboğazını aşmak için büyük bir açılım sağlama kapasitesine sahiptir.  

Zamanın ruhuna uygun olarak temsili demokratik sistemin ötesine geçen bazı tekniklerle de uyumludur. Nitekim hatırlarsak, Türkiye için öngörülen daha önceki anayasa tekliflerinde 500.000 imzanın olduğu bir konunun Parlamento’ya yasa teklifi olarak gelmesi ve 2.000.000 imza ile desteklenen hususun Anayasa maddesi olarak teklif edilebilmesi gündeme gelmişti.  İşte bugün 2.000.000 civarında insanın bir araya geldiği bu mitingde Anayasa değişikliği teklifi getirebilecek böyle bir desteğe sahip  bir hususu göz ardı etmek halkın beklentilerine uymadığı için siyasetin gereklerine uymamak anlamına da gelecektir.

Bir sosyal bilimci olarak bu kısa yazıda bahse konu ettiğim olumsuz hususlar arasında bir bağlantı var mıdır, tesadüfen mi bütün olumsuzluklar bir araya gelmiştir, yoksa birbirini besliyor mu bütün bunlar diye sormaktan kendimi alamıyorum. Edward Norton Lorenz’ün "Amazon ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması ABD’de fırtına kopmasına yol açar" ifadesinden etkilenerek şu soruyu soruyorum: Hukuk devletinin rafa kalkması, gözaltı ve tutuklamanın vak’a-ı adiyeden olması, milyonlarca insanın görüşlerinin dikkate alınmaması, bütün insanlığın ölümü demek olan masumların öldürülmesi arasında bir irtibat var mıdır?

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatma Bostan Ünsal Arşivi