R. İhsan Eliaçık

R. İhsan Eliaçık

Muhafazakâr Mankurt

Mankurtun en önemli özelliği şu: O bir yerlidir. Kesinlikle yerlidir çünkü aynı din, dil, tarih, kültür ve coğrafyanın insanıdır fakat kesinlikle değildir çünkü hafızasını kaybettiği için alakası yoktur.

R. İhsan ELİAÇIK

Cengiz Aytmatov’un Mankurt eseri bize aidiyet ve haysiyetini kaybedenlerin nasıl kendi ülkelerine ve halklarına yabancılaşıp, "düşmanın" gönüllü askeri hale gelebileceğini anlatır.

Esere göre mankurt operasyonu şöyle olurdu: Esir alınan askerlerin kafaları kazınır, başlarına ıslak, kalın ve taze "deve derisi" geçirilir ve çöl sıcağında bir kazığa bağlanarak günlerce bekletilirdi.  Sıcaktan gerilen ve gerildikçe kurbanın beynini mengene gibi sıkıştıran deve derisinin verdiği dayanılmaz ağrıyla kurban bağıra bağıra ya ölür ya da hafızasını ve aklını yitirirdi.

İşkenceden sağ çıkanlar hafızasını ve aklını yitirdiği için rahatlıkla birer  ölüm mangasına dönüşürdü. Ellerine silah tutuşturularak kendi halkına saldırtılırlar, annesini babasını dahi gözüne kırpmadan öldürebilirlerdi. Çünkü artık geçmişe dair hiçbir şeyi hatırlayamazlardı.

İşte bu hale gelen birisine Aytmatov eserinde mankurt der.

Demek ki mankurt, hafızasını ve aklını yitirmiş olduğu için aidiyetini ve haysiyetini de kaybetmiştir. Çünkü hafıza ile aidiyet, akıl ile de haysiyet arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Hafızası silinen artık geriye dönemez, ait olduğu yerleri hatırlayamaz, aklını kaybeden de nerede duracağını bilemez.

Bu durumda mankurt, ait olduğu yeri ve nerede durduğunu, nasıl bir konumda olduğunu bilemez, böyle olunca da rahatlıkla kendi halk, dil, din, tarih, kültür ve coğrafyasına karşı gaflet, delalet ve ihanet içinde olabilir.

***

Mankurtun en önemli özelliği şu: O bir yerlidir. Kesinlikle yerlidir çünkü aynı din, dil, tarih, kültür ve coğrafyanın insanıdır fakat kesinlikle değildir çünkü hafızasını kaybettiği için alakası yoktur.

Berlin duvarının yıkılışından sonra ABD’li eski CIA Türkiye masası şefi Graham Fuller, artık birlikte çalışacakları "İslam dünyasının mankurtlarını" şöyle tarif etmişti: 1- Yerli/dinî köklerden gelecek  2- Seçimle işbaşına gelecek 3- Reformcu olacak 5- ABD çıkarları ile örtüşecek …

Mankurtun ikinci en önemli özelliği de şu: O bir şeyi savunur, dahası savunduğu şeyin "kendisine ait" olduğunu zannetmektedir.

Mesela Suriye ile savaşmamız gerektiğini ateşli ateşli savunur. Sanki zulüm ve diktatörlük sadece orada varmış gibi  "Zulüm var, rejim halkı katlediyor" falan der. "Uçağımız düşürüldü, vatandaşımız öldürüldü, bomba atıyorlar" diyerek tezkere çıkarır.

Fakat bütün bunların planın bir parçası ve gereği olduğunun farkında bile değildir. O "yüce" bir davanın peşinde olduğunu sanmaktadır.  Ona göre Osmanlı diriliyordur, zaten Suriye bizim eski Şam vilayetimizdir. Ortadoğu halkları (eski vilayetlerimiz) hasretle bizi beklemektedir…

Bir taraftan büyük güçleri kızdırmadan, sanki onların taşeronluğunu yapıyormuş görüntüsü vererek de olsa, öbür taraftan da biz kendi "derin emellerimizin" peşinden gitmeliyizdir. "Taşeronluk" görüntüsünün, uzun vadede, aslında bir "stratejik derinlik" olduğu nasıl olsa anlaşılacaktır.

"Muhafazakâr mankurt" kendini böyle ikna ediyor.

Saddam’ın mankurtlaştırılması da böyle olmuştu.

Ona "Altı ay içinde bu iş biter, kahvaltın Tahran’da hazır" demişlerdi.

Ona İran’da büyük zulümler işlendiği, halkın kan ağladığı, kendisinin ise "Babil’in varisi" yeni ve büyük Nabukadnezzar olduğu fişteklenmiş, o da buna kafasına deve derisi geçirildiği için iyiden iyiye inanmıştı…

Suriye’de de büyük zulümler işlendiği, halkın kan ağladığı, "Osmanlı’nın varisi" yeni ve büyük Abdülhamit Han olunacağı, üç ayda Suriye’nin işinin biteceği ve Şam’da kahvaltının hazır olduğu fişteklenmişti. Dahası "Muhafazakâr mankurt" bu fikirlerin "kendisine ait"olduğunu sanmıştı.

Bir mankurta dönüştüğünün hala farkında bile değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
R. İhsan Eliaçık Arşivi