Olağanüstü normalleşme...

Hak etmedikleri halde yıllarca içeride tutulanlar mahkeme kürsülerinde tek bir adım bile geri atmayarak iktidarın zor yolu ile ayakta durduğunun delili olmuşlardır.

Olağanüstü haller normalleştikçe bir müddet sonra bir kısmımız tepki gösterir halde kalsa da, geriye kalanların büyük çoğunluğu istemeye istemeye de olsa o yasaklı hale alışır ve onunla normalmiş gibi yasakların dışına çıkmadan yaşamaya özen gösterir.

İki müddet sonra, kısmen tepkilerini gösterenlerin bir kısmı daha içeri atılır. Geri kalanlar normal bir hayat sürüyorlarmış gibi hallerinden şikayetçi olmadan yaşama ayak uydurur. Görmeden ve duymadan yaşamak bir nevi hayat garantisi olur.

Üç müddet sonra, olağanüstü hâl uygulamalarının tümüne şu ya da bu biçimde tavır koyanlar gittikçe azaldığı için parmakla gösterilecek, ihbar edilecek, gözaltına alınacak kişiler oluyor. Ve bu da bir kere gözaltına alınmakla başlayıp bitmiyor.

Bütün baskılara rağmen tepki koyanlar azaldığı, muhalif tavırlarında da bir değişiklik olmadığı için devleti yönetenler tarafından silahlı muhalefet kategorisine alınarak terörist ilan ediliyor. Bu muhalifler defalarca tutuklanıyor ve iddianamelerinin suyunun suyu ile durmadan pilav pişiriliyor.

Terörist ilan edilen bu kişi ve kesimlerin kendileri, aile ve çocukları her türlü insan haklarından mahrum bırakılarak, bulundukları ortamlarda bir parça ekmeğe, bir bardak suya, bir selama muhtaç edilip intihara kadar sürükleniyor.
İntihara sürüklenenlerin durumu yandaş medya tarafından görmezden gelinerek, ölenin öldüğüyle kaldığı algısıyla korku atmosferi içinde topluma servis edilerek yeni aile intiharları ‘özendiriliyor’.

İşinden, gücünden, sağlığından edilmiş bu kesim ve kişiler öncelikle ‘kötü’ insanlarmış gibi gösterilerek; var olan dostluk, arkadaşlık, akrabalık bağlarından kopartılıp o kişilerin eş ve çocukları toplumsal dayanışmadan koparılarak yaşamanın anlamsızlığına itiliyor. 

Yaşamları anlamsız kılınanlar kiralarını ödeyemeden oturdukları o evlerde hayatla kalmış bağlarını ölümle sonuçlandırıyorlar. Bu tür ölümler yani yaşamak dururken kişilerin ölümü tercih etmesi aslında içinde yaşadıkları sistemin de ölümüdür. Ki, ucunda ölümün olduğu bir eylem, onun dışında kalanları kendi hayatlarını sorgulamayı beraberinde getirdiği için baskılara baş kaldırmaktan çok onunla yaşamaya doğru iter insanları.

Baskılanmanın insanı ittiği o yerden sonra her insan için ‘gittiği yere kadardır’ hayat. İçinden tadı, tuzu, sevinci, heyecanı, aşkı alınmış bir boşluktur yaşadığı yer. Ortaklaşma isteği en zaruri konuda umduğunu kaybetmeyle solmaya başlar. Ortak dilin ölmesiyle kokuşmaya başlar bütün bir hayat. Kendi kokusuna bile tahammülü kalmaz, burnunu tutarak gezmeye başlar yalnız kalmış, bırakılmış insanlar. Onların intiharı haberle değil, çürümüş toplum kokusuyla yayılır her yana. Böyle bir sonun müsebbibi onları o noktaya örgütlü bir biçimde iten, devlet ve devletlerin şiddetle kendilerini iktidarda tutmalarıdır. 

Cumhuriyet tarihi boyunca iktidarlar tarafından üretilen suç ve suçlu kavramları yetmezmiş gibi yeni ‘suçlar’ o suçların yeni infaz biçimleri icat edilmiştir. Sorgu süreçleri bir kenara, tıpkı asker alımlarında yaptıkları gibi, doğuda yaşayanları batıya batıda yaşayanları doğudaki cezaevlerine yollayarak tutuklu aileleri cezalandırılıyor. İddianamesiz yıllarca yatırmakla kalmamış, açılan davalarda verilen tahliye kararları yerine getirilmemiş, aynı ‘suçlardan’ yeni yeni suçlar türetilerek kendine muhalif olanları içeride tutma yoluna gidilmiştir...

Hak etmedikleri halde yıllarca içeride tutulanlar mahkeme kürsülerinde tek bir adım bile geri atmayarak iktidarın zor yolu ile ayakta durduğunun delili olmuşlardır. Buna rağmen yargılanmış, cezasını çekip çıkmış olanları da yeniden gözaltına alarak, toplum hafızasını şiddetle yeniden ayrıştırmak istiyorlar. İnsanların müttefikleriyle aralarındaki bağı yok etme yoluna giderek, muhalifi yalnız başına bırakıp muhalefeti yok etmeyi amaçlıyorlar.

İktidarın muhalifleri istediği zaman gözaltına alması ve bunu bir zafer gibi topluma yayması, tıpkı herhangi bir hastalık durumunda hastadan alınan kanın santrifüjle ayrıştırılmasına benziyor. Yani toplum merkez kaç kuvvetine tabi tutularak aralarındaki tüm bağlar yok edilip, iktidar karşısında yalnız ve zayıf düşülüyor.

Toplum bu tür baskılanmalar karşısında mutasyon geçirerek az da olsa ‘bağışıklık’ kazandıkça, iktidar bu ayrıştırmayla, muhalifleri tekrar tekrar tutuklamakla kalmayacak muhalefeti zayıflatmak için yeni provokasyonlara ihtiyaç duyacaktır. 

Soğuk savaş döneminde bolca örnekleri görüldüğü gibi, zora düştüklerinde darbeler sayesinde iktidarlarını devam etme yoluna girerlerdi. Şimdi ise darbelerin yerini her türlü hile ile yapılan seçimler almış durumda. Yani her seçim iktidarlar için bir meşrulaşma operasyonundan başka bir şey değil.

Bu anlamda iktidarda olmalarının getirdiği yıpranmışlıkla kaybettikleri oyları geri kazanmak yerine, muhalefeti bir araya gelmeyecek bir biçimde suçlu kılarak, eline yüzüne bakılmayacak, sözüne güvenilmeyecek bir şekilde etkisiz hale getirmeyi amaçlıyorlar. İktidarın her türlü baskı ve sömürüsüne karşı sol örgütlenmelerin esamesi okunmadığı için muhalefeti etkisizleştirmenin vazgeçilmez aracı, direndikleri için elbette Kürtler ve Kürtlerin içinde yer aldığı örgütler olmaktadır. HDP'ye 'Kobanê' operasyonu adıyla yapılan Belediye Başkanı, eski vekiller ve MYK üyelerinin de içinde bulunduğu 82 kişi hakkında gözaltı kararı alınması, Türkiye’nin değişik illerinde sabaha karşı aynı saatlerde evlerinden derdest edilmeleri bunun kanıtından başka bir şey değildir.
 
‘Kazananın’ kaybettiği ‘kaybedenin’ kazandığı bu dünyada yarınından umudunu kesmeyenlerin yüzü güneşin doğmakla bıkmadığı doğu, vicdanı ise bizden öncekilerin ayak izleri olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi