Paran kadar demokrasi

İktidar ve çevresinde yer alanların büyük çoğunluğu zengin oldular. Bir zenginlik rejimi olarak demokrasinin bütün nimetlerinden istifade edebiliyorlar.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Cumhuriyet gazetesi aleyhinde 1 milyon liralık tazminat davası açtı. Gazete devamlı olarak Bakan Soylu aleyhinde haberler yayınlıyordu. Bu haberlerin ağırlığını da "adalet kılıcı" şekline bürünen mafya şefi Sedat Peker’in ithamları oluşturuyordu.

Peker, yakın zamana kadar Soylu ile içli-dışlı ilişkiler içinde olduğunu gayet net bilgiler eşliğinde açıklıyordu. Peker yurt dışındaydı. Ona da "senin suyun ısınıyor, acilen yurt dışına çık, bir süre sonra ortalık yatışınca yine döner gelirsin" diyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu idi. Yani Bakan Peker’e "iyilik" yapmıştı!

Karşılık olarak Peker’in de yaptığı "iyilikler" vardı. Bu iyiliklerden birini bizzat Bakan Soylu televizyon programının canlı yayınında açıklamıştı:

-Mafyadan ayda 10 bin dolar maaş alan siyasetçi var!

Alan razı veren razı bir durum söz konusuydu. Üstelik bu ilişkiler "dostlar arasında" oluyordu.

Cumhuriyet bu "dostluğun" hiçbir yerinde olmamasına karşı, çekinmeden "haber" yapmaya başladı. Türkiye medyasının yüzde 95’i Peker-Soylu arasındaki mevzuları "haber olarak" görmüyordu. Cumhuriyet’in tavrı iyi niyetli değildi!..

Soylu da aleyhindeki bütün iddiaları tek tek cevaplamak yerine toptan çözmek için mecburen 1 milyon liralık dava açmak zorunda kaldı!

Bilindiği üzere hükümet demokrasiyi bir "zenginlik rejimi" olarak görüyordu. Ne kadar zenginlik olursa demokrasi de o kadar faydalı hale gelirdi.

Soylu o yüzden 1 milyon liralık dava açmış olabilirdi!

Fakirlik ise demokrasiye hiç uymuyordu. Mesela bakın Somalı madenciler yıllardır haklarını almak için Ankara’ya yürümek istiyorlar. Güvenlik kuvvetleri de ellerinden gelen bütün hizmeti vererek işçileri yürütmüyorlar.

Neden?

Çünkü işçiler fakir! Haliyle de onlara demokrasi uygulanamıyor!..

İktidar ve çevresinde yer alanların büyük çoğunluğu zengin oldular. Bir zenginlik rejimi olarak demokrasinin bütün nimetlerinden istifade edebiliyorlar.

İş adamları kimsenin haberi olmadan ihaleleri kapıyorlar. Demokrasilerde ihale vardır. Onlar da demokrasi içinde zenginleşiyorlar. İş adamı olmayanlar ise devlet kademelerinde görev yapıyorlar. Sadece aylık tek maaşla zengin olunamayacağı görüldüğü için birkaç yerden maaş desteği veriliyor. Bunlar sırf demokrasi ve zenginlik arasında sağlam bağlar oluşturmak adına yapılıyor.

Muhalefet ise ülkeyi "kötü göstermek" için devamlı olarak fakirlik edebiyatına sarılıyorlar. İtibardan fedakârlık yapılsın istiyorlar.

Eski tarz bir yaklaşımdır bu durum. 1960’larda İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin ilk kadın dekanı Prof. Dr. Hande Suher, kendisiyle yaptığım belgesel sırasında anlatmıştı. Okuldaki görevi yanında İstanbul Nâzım Plan Komisyon Başkanlığına da getiriliyor. İki ayrı görevi olduğu için kendisine ikinci bir maaş verilince Hande Hoca itiraz ediyor:

-Ben devlet için çalışıyorum ve İTÜ’den de bir maaş alıyorum. İkinci maaşı kabul edemem!

O zaman da demokrasi gelişip zenginleşemiyor tabii…

Bakın 2020’lerin Türkiye’sinde THY Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet İlker Aycı 17 ayrı makamdan 17 maaş alıyor. Bu bir zenginliktir. Aynı zamanda da demokrasinin de zenginleşmesidir.

Önce zengin olacaksın ki, sonra demokrasi de zenginleşsin!

Soylu’nun Cumhuriyet’e açtığı 1 milyon liralık tazminat davasına bu açıdan bakmak lazım:

-Paran kadar demokrasi!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nazım Alpman Arşivi