Rapor

Uzay Araştırma Merkezi’nin sızdırdığı, Cüce Galaksi Akvaryus’un “Mavi Gezegen İnceleme Ekibinin Raporu” (Türkçesi YB) gerçek bir belge mi, uydurma mı? Asla emin olamayacağız.

 

Mavi Gezegen İnceleme Ekibinin Raporu 

ℓ = 34,05 · b = -31,55

Galaksimizin İlgili Makamlarına

Keşif Kolumuzun Mavi Gezegen’deki incelemeleri yerel zaman dilimiyle ilk yılını tamamladı. Ön bulgularımızı sizlerle paylaşmak isteriz. (…)

[Çevirmen notu: Gezegenin jeolojik, tektonik, topoğrafik, astronomik, paleontolojik, arkeolojik ve botanik betimlemelerini içeren uzun bölümler, bilinmeyen fazla sayıda teknik sözcük içerdikleri için çevrilememiştir. Diğer bölümlerin de anlayabildiğimiz kadarını sadeleştirerek çevirdik]

Bu gezegende -sayıları hızla azalmakla birlikte- çok çeşitli canlı türü mevcut. Hepsini henüz inceleme vaktimiz olmadı.

İlk aşamada incelediğimiz türlerin önemli bir kısmı, boyut itibarıyla bizlerle aşağı yukarı aynı kategoride yer alabilecek olan tek hücreli canlılar. 

Diğer canlılar ise -aralarında önemli farklar olmakla birlikte- kıyas kabul etmeyecek derece cüsseli. Organizmaları, tümü aynı kökten gelmekle birlikte farklılaşmış çok sayıda hücre ve dokudan, organdan oluşuyor. 

Bununla birlikte, bu canlıların hemen tümünün organizmalarını özünde dev bir sindirim sistemi olarak betimlesek yeridir: Bütün hücrelerin ve organların, uzuvların ana işlevi besine ulaşmak, organizmanın içine almak, parçalamak, sindirmek, dışkılamak… 

Diğerlerine kıyasla daha küçük, ince uzun ve toprak içinde yaşayan kıvrımlı birer boruya benzeyen canlılar bu tekdüze yaşam biçiminin en yalın örneği. 

Belli ki bu gezegendeki canlıların beslenmek dışında başka bir varlık sebepleri yok: Ye, iç…

Zaten bu organizmaların tümü ölümlü. Sınırlı yaşam sürelerinde sürekli besin sindirmenin dışında bir de çoğalıyorlar. Dolayısıyla en önemli ikinci işlevleri üreme. Her biri bunu farklı şekilde yapıyor. [ÇN: uzun biyolojik betimlemeleri atlıyoruz]

Daha karmaşık kimi organizmada, çok-yönlü hücre ağlarından oluşan ve karar merkezi işlevi gören bir "bedensel faaliyetleri yönetme organı" mevcut. Ancak bu organın bile ana görevi genellikle besin elde etme/sindirme/üreme işlevinin eşgüdümünü yapmakla sınırlı.

Türden türe farklar var gerçi. 

Örneğin, bedenine girmek suretiyle ayrıntılı olarak incelediğimiz ilk canlı türlerinden birinin yönetim organında ilginç bir radar sistemi mevcut: Mağaralarda yaşayan bu küçük kanatlı organizma, besin peşinde büyük mesafeler kat ederken geceleri bu radar sistemi sayesinde yön tayin edebiliyor.

Bir de tabii en ilginç ve karmaşık bulduğumuz ve son dönemde ilgi odağımızda olan bir diğer canlı türü var. Onu tesadüfen keşfettik. 

Meğer bu yeni tür, incelediğimiz kanatlı canlıyla beslenirmiş… (Aslında ne bulsa yiyen obur bir organizma bu!) Kanatlıyı yutarken bizi de sindirince, içine girmiş olduk…

Bu türün bedenindeki yönetim organı tüm diğer canlılarınkinden çok daha büyük ve gelişkin… (Özellikle üremeden sorumlu olan cinste… İşlevi belirsiz kaba saba cinste ise bu özellik biraz güdük) 

Bu gelişkinlik sayesinde alet kullanma becerileri edinmişler. Bize göre ilkel olmakla birlikte bazı teknolojilere de sahipler ve edindikleri bilgileri kaydetmeye yarayan sistemleri var. Gelgelelim iletişim kurarken nedense doğru bilgileri kullanmamaya genellikle özen gösteriyorlar.

Oysa iletişim sistemleri diğer türlerden bir hayli zengin olanaklar sağlıyor onlara. Yine de iletişim kusurlu, her zaman iyi işlemiyor: Bölgeler arası ve cinsler arası farklılıklar mevcut, birbirlerini hiç ama hiç anlamayabiliyorlar.

Kas yapısının gelişkinliğiyle iletişim sisteminin işlevselliği çoğu zaman ters orantılı: Kimi bireylerin iletişim organı çok ilkel işlevleri (gürültü çıkarmak) yerine getirmek dışında pek gelişmemiş.

Bu değişik türün kendine özgü epey karmaşık -ve anlaşılması zor- bir sosyal yapılanması da var. Uzmanlarımız bu yapıyı anlamlı bir şekilde tanımlamakta zorlanıyorlar. Daha ayrıntılı analizleri bir sonraki raporda iletebileceğimizi umuyoruz.

Şimdilik şu kadarını söyleyelim: Bu gezegendeki diğer canlı türlerinin toplumsal yapısı genellikle dayanışma temeline dayanıyor, tıpkı başka gezegenlerdeki canlı türlerinde olduğu gibi. Yani sürüyü avcılardan toplu halde korumaya ya da avlara ulaşıp toplu olarak beslenmeye yönelik bir toplumsallaşma söz konusu. 

Gelgelelim sözünü ettiğimiz türün sosyal yapısının anlam vermekte zorlandığımız bambaşka bir işleyişi var!

Türün alfaları -diğer canlı türlerinden tamamen farklı olarak- o sürünün en zeki, en güçlü, en bilge fertleri değil: Tam aksine, bu türün alfaları pek akıllı sayılmazlar. Ortak özellikleri, kendi sürülerinin en kaba ve en zalim fertleri olmaları. Bunların iletişim kurarken işaret ettikleriyle kendi davranışları genellikle taban tabana zıt. 

Başka bir deyişle bu toplumunda besin zincirinin en tepesinde sürünün genellikle en yeteneksiz, en işe yaramaz, en gereksiz, hatta en zararlı üyeleri yer alıyor. Yani sadece parazitlere hizmet eden tuhaf ve verimsiz bir sosyal yapı bu!

İşlevsiz oldukları halde üst kategoride yer alan söz konusu fertler besinleri tekellerine alıyor ve tüketemeyecekleri kadarını bile istifliyor. Diğerleri ise onlara besin ulaştırmaya çabalarken telef oluyor, açlıktan kırılıyor. Ağzını açıp şikâyet edenin tepesine biniyorlar.

Alfaların toplum içindeki tek işlevi, sürünün bu verimsiz düzene uygun olarak yaşamaya devam etmesini sağlamak. Bu amaçla alfalar diğer sürü üyelerine yanlış bilgiler aktarıyorlar, anlaşılması zor komutlar veriyorlar, onlara alenen eziyet edip baskı kuruyorlar, gerekirse öldürüyorlar. 

Üstelik bu işleri bile bizzat kendileri yapmıyor, onların komutlarıyla hareket ettikleri anlaşılan bir takım özel gruplara yaptırıyorlar: Kaba kuvvetten sorumlu gruplar, yanlış bilgi yayan gruplar, mırıldanarak mağdurları mağdur olamaya ikna eden gruplar, diğer ferdi ya da toplumsal eziyetleri örgütleyenler, vb.

Böyle bir yapıyla bu türün günümüze kadar varlığını sürdürebilmiş olması anlaşılır gibi değil!

Daha da ilginci şu: Bu kusurlu sosyal yapılasına ek olarak bu türün biyolojik organizması çok kırılgan ve dış koşullara epey dayanıksız. Ama buna rağmen görünürde gezegenin hâkim türü olmayı şimdilik başarmış gibi!

Bu tür diğer canlıların yaşam alanlarını kısıtlamış. Hatta onları kitle halinde öldürüyor ve bunu yaparken amacı diğer türlerde olduğu gibi sadece beslenmek, üremek ya da alan hakimiyeti bile değil. Zaten bu türün beslenme alışkanlıkları da bir tuhaf!

Aynı sürü içinde bile fertlerinin bir kısmı yetersiz beslenirken, diğerleri aşırı besleniyor, hatta zararlı ve kesinlikle organik olmayan garip maddeler tüketiyor. Bu uğurda ellerindeki karmaşık teknolojilerle doğadaki diğer canlı türlerinin organik yapılarını bile değiştirmekten çekinmiyorlar, tüm doğal dengeleri altüst ediyorlar. 

Özetle: Çok istilacı, kaynak tüketici ve enikonu çevre zararlısı bir tür bu. 

Zaten bu tür tüm gezegene yayıldığından beri bioçeşitlilik bayağı azalmış. Nice türün nesli tükenmiş, kalanlarınki de tükenme sürecinde.

Bu bilgileri bu türün kendi kayıtlarından öğrendik. Yani bile bile yapıyorlar, akıllanmaya da niyetleri yok.

Ayrıca bu türün sürülerinin faaliyetleri nedeniyle gezegenin yaşanabilir bölümleri giderek yaşanmaz hale gelmekte: Ormanlar, topraklar, bitki örtüsü ve sulardaki hasar neredeyse geri dönülmez noktaya gelmiş bile. 

Üstelik bu tür tüm gezegene yayılmakla yetinemiyor, komşu asteroitlere bile ulaşmaya çalışıyor.

Sırf bu özelliği nedeniyle bu organizmanın ileride bizim için de tehdit oluşturabileceği endişesiyle, bu aşamada keşif görevimizin önceliğinin bu canlıyı incelemek olduğuna karar verdik.

Gelgelelim ilk bulgularımız pek endişeye yer olmadığı yönünde: Bu türün sürdürülebilir bir geleceği yok gibi…

Her şeyden önce, kendi yarattığı çevre felaketleri türün de sonunu getirecek nitelikte. Bu kötü gidişin tersine dönebilmesi için türün son birkaç yüzyıldaki tüm alışkanlıklarını kökten değiştirmesi gerekir. Olası mı? Zor! 

Kaldı ki iş oraya da kalmayabilir: Türün en belirgin özelliği, bu gezegende kendi soyunu kitlesel olarak kıran tek canlı olması… (aynı zamanda üremeden sorumlu cinsini sebepsiz yere öldüren tek tür yine bu!)

Geliştirdiği son derece ölümcül teknolojiler sayesinde kitlesel öldürme işinde epey gelişme kat ettiklerini söyleyebiliriz: Öldürme güdüsü bu türde bambaşka bir dinamiğe sahip, hatta belli topluluklarda sanırız merkezi yönetim organındaki haz merkeziyle organik olarak bağlantılı hale gelmiş.

Dahası, bu türün sürülerinde öldürme işi bir sanayi haline gelmiş ve toplumsal örgütlenmenin tam merkezine oturmuş!

Her sürüde öldürmede uzmanlaşmış, sabah akşam bunun eğitimini alan, hatta öldürmeye tapınan özel gruplar var (bu grupları özel giysileri sayesinde ayırt etmek mümkün). Sürüler, bu özel eğitimli ve giysili grupların öldürme kapasitelerini övünme kaynağı haline getirmiş.

Sürülerin bu silahlı özel öldürme uzmanları zaman zaman birbirleriyle çatışıyor, karşılıklı ağır kayıplar veriyorlar. Her gün daha da geliştirdikleri öldürme teknolojileri sayesinde her sürüden yüzbinlerce ferdin telef olmasına yol açan bu çatışmalar eninde sonunda türün neslini tüketecek.

Aslında bu türün yok olmasına, istemeyerek de olsa, biz bile yol açabiliriz.

Biyolojik özelliklerini araştırmak üzere organizmalarına duhul olunca gördük ki, varlığımız bu canlıların birçoğunda alerjik türde ciddi bir biyolojik reaksiyona neden oluyor. O kadar ki, özellikle daha yaşlı olanları onlarla temasa geçmemizden kısa süre sonra ölüyor. Daha gençlerden ölenlerin sayısı da her geçen gün artıyor.

Üstelik bu canlının sosyal alışkanlıkları -daracık kapalı alanlarda geniş kitleler halinde dip dibe durmaları- birinin bedeninden çıkıp ötekine girmemizi olağanüstü kolaylaştırıyor: Yakında her birinin organizmasıyla bire bir temas kurmuş olacağız… 

Bakalım bu süreçte türün kaç yüz milyon ferdi telef olacak… 

İşin ilginç tarafı, bir süre önce varlığımızı saptayarak bizi tehdit olarak algılamaya başlamış olmaları. Daha doğrusu, bizim de onlara zarar veren gezegenin diğer tek hücreli canlı türlerinden biri olduğumuzu varsayıyorlar.

Onlara verebileceğimiz zararın boyutlarını ucundan da olsa algılamaya başlamaları kafalarını epey karıştırdı. 

Hatta bu nedenle kimi toplumsal alışkanlarından kısa bir süreliğine vazgeçtiler: Her hafta toplaştıkları üstü açık kimi özel mekanlarında toplu olarak bağırıp çağırmaktan ya da yine sık sık gittikleri kubbeli kuytu mekanlarında her birlikte tuhaf hareketler yaparak mırıldanmaktan bile korkar oldular. 

Bizi yok etmek amacıyla bedenlerine çeşitli kimyasal maddeler zerk etmeyi de denediler. Neyse ki bu yöntemler şimdilik çok etkili değil. Gerçi yeni yöntemler araştırmaktalar ve ellerindeki teknolojilerin gelişkinlik düzeyine baktığımızda bulmaları tamamen olanaksız değil. 

Gel gör ki toplumsal yapılarının temel işleyiş mantığı nedeniyle başarılı olma şansları düşük. 

Yukarıda sözünün ettiğimiz "çok akıllı olmayan" alfaların tek derdi alfa kalmak, besin istiflemek. Sürünün diğer fertlerinin tek amacı da bildikleri gibi yaşamaya devam etmek. Topluluğun tümünü beladan korumak umurlarında değil sanki. 

Üremekten sorumlu olduğu anlaşılan cins dışında bu tuhaf işleyişe isyan eden pek yok.

Dolayısıyla sürülerin tüm kaynakları "öldürmekten sorumlu" gruplara, "topluca bağırış çağırış" ve "topluca mırıldanma" gruplarına ayrılmış durumda. Sağıtımdan ve toplumsal korumadan sorumlu diğer gruplar çaresizlikten kıvranıyor!

Özet olarak, bu aşamada bu zararlı türe karşı çok özel önlemler almaya gerek olmadığı kanaatindeyiz: Böyle devam ederlerse yakında kendi fişlerini kendileri çekecekler.

 

Cüce Galaksi Akvaryus’un "Mavi Gezegen Keşif Kolu" adına,

Ekip Eşbaşkanları KoBir, Koİki, KoÜç, KoDört, KoBeş… KoOndokuz, vb.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi