Sansür'ün iyisi olabilir mi?

Basın özgürlüğü önemli bir mücadele. Evde, okulda, kışlada, mahkemede ve medya organlarında aklımıza, vicdan ve yüreklerimize pranga vurmak isteyenler var. Sadece iktidar değil...

Türkiye'de her gün çok sayıda habere erişim yasağı getiriyor iktidar. Saray medyası her gün onlarca haberi, işine gelmediği için yayınlamıyor. Bağımsız gazetecilik yapmak isteyen mecralarda bile, ''Bu haber bizim arkadaşları kızdırır, girmeyelim'' cümlesi çok sık olmasa da duyulur yazı işleri masasında.

İletişim teknolojisinin olağanüstü gelişmişlik düzeyine rağmen, bugün yurttaşlar, kendileri için gerekli olan, iktidarı teşhir eden bilgi ve haberlerin önemli bir kısmına hala rahatça ulaşamıyor. Çünkü müthiş bir kirli bilgi bombardımanı var, ayrıca da geniş çaplı bir haber tahrifat zinciri.

Kuşkusuz bu olumsuz durum sadece Türkiye'ye has değil. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü ABD'den Çin'e, Brezilya'dan Fransa'ya kadar her yerde tehdit altında. Her ülkenin özgün konumuna göre peydah olan sansürcüler, yazıları, ses ve görüntüleri kesiyor, yasaklıyor. Özgür ve bağımsız gazetecilik yapmak isteyenleri de ekonomik araçlarla ya da mahkeme-cezaevi tehdidiyle susturmaya çalışıyor. Bu yöntemler istedikleri sonucu vermezse, gazetecileri/habercileri bir şekilde öldürüyor.

Paris Özel Ağır Ceza Mahkemesi 2 Eylül gününden bu yana, 2015 Ocak ayında meydana gelen Charlie Hebdo katliamının ikincil sanıklarını yargılıyor. Hatırlayalım: Charlie, Hazreti Muhammed karikatürleri yayınladığı gerekçesiyle silahlı saldırıya uğramış ve 11 karikatürist ve yazarını kaybetmişti.

Fransa'nın haşarı siyasi-mizahi dergisi önce duruşmalar vesilesiyle bir özel sayı çıkardı. Ardından bu yıl 50 yaşına bastığı için de özel bir albüm yayınladı: ''Charlie Hebdo, İfade Özgürlüğünün 50 yılı''.

Bu yayınlarda iki temel konu gündeme geldi:

- Basın özgürlüğü nedir? Nasıl uygulanır, nasıl korunur?

- Karikatürler nedeniyle kendilerini saldırıya uğramış hissetmeyen Müslümanlar, Charlie'yi nasıl savunuyor?

Basın özgürlüğü konusunda gelişen tartışma şu. Sağcıların ve iktidarların, kendi düzenlerini korumak amacıyla sansürü meşru hatta yasal gördüğünü zaten herkes eskiden beri biliyor. Şimdi Fransa'da kendisini solcu olarak gören bazı kesimler de sansürü doğru hatta haklı bulmaya başladı. Bu akımın sözcüsü Geoffroy de Lagasnerie(GDL), 30'lu yaşlarında bir sosyolog.''Yasaya saygı göstermek benim açımdan uygun bir kategori değil. Sorun, yasa değil, sorun, içeriğin doğru olması ve saflık, iffet. Zaten hükümetlerin yasalara pek uyduğunu söyleyemeyiz. O zaman biz ne diye yasalara uyalım ki...'' diyor mesela. Aslanım benim, silahları kuşanıp Alp dağlarına çıkacağız birazdan artık ski mi yaparız, gerillacılık mı oynarız bilemem...

Geoffroy'nın çözümü de ilk tespiti kadar parlak: '' Aslında, kamu alanında belirli sayıda sansür olması gerektiğini düşünüyorum. Böylelikle doğru ve haklı görüşler, yanlış ve haksız görüşlere galebe çalsın''.

Delikanlı, ''doğru'', ''haklı'', ''iffet'', ''saflık'' gibi sözcük ve kavramları kullanıyor ama her kesim, her okur bu kelimelere istediği anlamı veriyor. GDL, sansürü savunarak, sağcılardan, iktidardan farklı düşünmediğini de kanıtlamış oluyor.

Bu tür görüşler sanmayın ki sadece GDL'de var. Bizde de, kendini solcu sanan çok sayıda aktivist, siyasetçi de, mesela başörtüsü, laiklik, Kemalizm, sol gibi konularda belki açıkça itiraf etmese de uygulamada sansürü benimsiyor.

GDL'in post-modern sol ya da neo-liberal solumsu formatta ifade ettiği ama özü solda genel kabul gören bazı önerileri de yok değil. İllegal mücadele, kendi gündemini yaratmak, özerk mücadeleler gibi...

Charlie Hebdocular olsun gerçek solcular olsun basın özgürlüğü konusunda çok daha tutarlı. Şiddet övgüsü ve çağrısı yapmadıkça, ayrıca başta ırkçılık olmak üzere ayırımcılık önermedikçe, kanunların yasaklamadığı her görüş, her fikir serbestçe ifade edilebilmeli, yayınlanabilmeli. ''Kanunların yasaklamadığı'' ibaresi sadece Hukuk Devletleri için geçerli.

Bu tartışmadan da anlıyoruz ki, sansür, sağcıların ve devletin tekelinde değil.

Katar'ın El Cezire medya holdingi, Charlie Hebdo saldırıya uğradığında, yazı işleri müdürü editörlerini uyardı: ''Aman provokasyona gelmeyelim, aşırıların ekmeğine yağ sürmeyelim, aşırı uçların kapışmasına alet olmayalım'' mealinde bir direktif yayınladı. Yani Charliecilerle saldırgan Cihatçıları aynı sepete koydu.

Charlie Hebdo'ya yönelik saldırıdan sonra yayınlanan ilk sayısının Türkçe edisyonunda da, ''Bu çizgiler, bu satırlar bizim geleneklerimize aykırı'' diyen Cumhuriyet gazetesinin o zamanki sorumlusu, orijinal dergiden bir kaç bölümü kesti.

İlk başlarda bizim ARTI TV'nin bazı izleyicileri arasında, ''Erdoğan haberlerini neden veriyorsunuz? Sizin ekranda Erdoğan'ı görüp sesini duyunca sinirleniyoruz. Sansür edin bu adamı!'' diyenler olmuştu. Bizse habercilik neyi gerektiriyorsa onu yaptığımızı, Erdoğan'ın haber değeri taşıyan açıklamalarını vermek zorunda olduğumuzu söylemiştik.

Sansür, 1950'lerde Stalincilerin, 60'larda Maocuların, 70'lerde Troçkistlerin, 1990'larda Alternatifçilerin, 2020'lerde de Black Bloc'çuların sık kullandığı bir silahtı. Bazı Feminist akımların da kimi zaman sansürden medet umdukları malum.

İşin ilginci, sağcı ve iktidar yanlısı olmayanlar sansürü meşru kılıp uygularken sözümona sınıf tahlilleri de yapıyor. Mesela Alman editör Jakob Augstein '' Bir karikatür büyükleri aşağılarsa iyidir, yoksa en alttakilere vurursa iyi değildir. Charlie Hebdo'nun İslamiyet karşıtı karikatürleri işte bu nedenle kötüydü. Bir güç meselesi...''. Bu önerme de kuşkusuz çok tartışmalı. Çünkü kim büyük, kim en altta belli değil. Augstein'e göre, Muhammed en altta görünüyor.

Mizah, karikatür şu veya bu ideolojinin, politikanın aleti haline geldiğinde özünü, işlevini yitiriyor. Hele zihniyet komiserleri, kimin karikatürünün nasıl yapılacağı yolunda talimat vermeye başladığında konu hakikaten komik hale geliyor. Sonuç olarak büyükler de en alttakiler de mizahın ya da karikatürün konusu/hedefi olabilir.

Charlie, goşist-islamcılar olarak nitelediği kesimden de çok çekti. Çünkü onlar da Charlie'nin Cihatçılar, islami şiddet yanlıları ve genel olarak İslamiyete yönelik eleştiri, kınama ve alaylarını , geniş Müslüman nufusu rahatsız ettiği gerekçesiyle dergiyi islamdüşmanı olarak niteledi.

Oysa ki, ikinci önemli konu, Charlie bu mücadelesi, Müslüman dünyada geniş çaplı tepkilere hatta ölümlere yol açmış olsa da, bir kaç anlamlı ve temsili örnekte olumlu sonuçlar da sağladı. Mesela, İngiltere Müslümanlar Konseyinin eski yöneticilerinden Meryem Namazi şöyle diyor: ''Charlie Hebdo, Muhammed karikatürlerini yayınladığında, bizim gibi Müslüman ülkelerde yaşayan ama irtidat (Dinden çıkıp başka dine geçmek) ve blasfem (Dini, değerleri kınamak, aşağılamak) kanunlarına muhalefet edenlere destek vermiş oldu ki buna çok ihtiyacımız vardı. Charlie Hebdo ağır bir bedel ödedi ama bu dergi bugün dünyaya İslamiyet'i ve kutsalı eleştirmenin bir hak olduğunu hatırlatmaya devam ediyor. Suskunluk ve sansür, kurbanlara ve muhaliflere değil, köktendincilere hizmet ediyor. Vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunanlar tehdit ve cinayetlerle susturulamayacak''.

Hindistan'da, İslamiyeti terk etmiş bir kadın olan Hina'nın görüşleri şöyle: ''Charlie Hebdo'daki Muhammed karikatürlerini ilk gördüğümde blasfemin neye benzediğini anladım. O zamanlar Müslümandım ve bu karikatürler beni sarsmıştı. Bugün öbür taraftayım yani blasfemden yanayım. (...) Dünyada, islamiyeti terk edenlere ve ateistlere yönelik zulmü görüp yaşadıktan sonra Muhammed karikatürlerinin sadece bir özgürlük meselesi olmadığını anladım''.

Bütün bu tartışmalar sadece Fransa'da değil, dünyada da bugün düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün en önemli kriterinin/ölçerinin Charlie Hebdo olduğunu gösteriyor.

(*) Çarşamba günkü Hannah Arendt'li Berlin izlenimleri yazısında, sağolsun Maşo hatırlattı, kitapların yakıldığı alandaki binalardan biri Konservatuar değil Opera binası imiş

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi