Şiir söyleme zamanı

Ehmedê Xani, Mem u Zîn’de bir aşkı anlatırken, aynı zamanda bir ülke büyütmüştür.

Bazen ülkedeki, dünyadaki gündem ne olursa olsun, siz gündemin dışında bir yerdesinizdir. İçinizden bir şey yapmak gelmez, kendi evreninize, iç dünyanıza dönersiniz. Ekonomik, politik meseleler, dışarıdaki devinim o anda ruhunuzdan uzaktır. Ya da öyle olduğunu sanırsınız. Belki de iç dünyanızın sesi orayla birliktedir de siz anlamazsınız.

Kendimden bilirim. Gündemin yakıcı, sarsıcı gidişatının dışına çıktığımda kendimi daha kendim gibi hissederim. Şiirler okur, dizelerimle yoğunlaşırım. Sırtüstü uzanarak sevdiğim müziğin büyüsüne kapılırken, okuduğum kitaplar akar içime, duygularım alevlenir, iyi taraflarım öne çıkar, doğrularım artar, özgürleşirim. Kısa bir an, kısa bir dönem de olsa gerçekten özgürleşirim. Böyle anlarda elim Aragon’a gider. Mutlu Aşk Yoktur şiirini okurum. Nedense o şiir dünyanın bütün karanlığından çıkarır beni. Karanlık günlerde yazılmıştır çünkü. İşgal altındaki bir ülkede büyüyen aşkın mutsuzluğuna ah çekerken Aragon, onunla ülkeyi sevmenin onurunu yaşarım. İnsanın insana ettiği kötülüklerdir şiiri yazdıran. O kötülükleri dizelere gömüp, iyiyi insanın önüne koyandır da aynı zamanda.

Şiir ve tarih ilişkisi hep ilgimi çekmiştir. Şiirin tarih olmadığını bilirim. Ancak tarihin şiire aktığını ve şiirle farklılaştığını da bilirim. Nazım, Şeyh Bedreddin Destanını yazdıktan sonra Bedreddin güneş, Börklüce Mustafa ay, Torlak Kemal yıldız ve onların yanındakiler de samanyolu olmuştur. Ehmedê Xani, Mem u Zîn’de bir aşkı anlatırken, aynı zamanda bir ülke büyütmüştür. Ahmed Arif’in Otuzüç Kurşun şiiri Van-İran sınırında bulunan Seyfo Deresi’ne götürülen 33 Kürt köylüsünün şiiridir. Bunlardan sadece biri yaralı olarak kurtulur ve onun anlatımlarından sonra ortaya çıkar bu katliam. Şiirle de daha bilinir olur.

Şiir insanı çekip çıkarır düştüğü yerden. İnsana insanı anımsatır. Kaybolan duygularını alevlendirir. Günümüzde en az konuşulan şeydir aşk. Neredeyse herkesin elinde bir silah ve savaş pozisyonundalar. Elleri durmuşsa dillerinden dökülüyor mermiler. Ortalığı barut kokusu sarmış. Çiçek kokuları hızla terk etmiş çevreyi. Zaten sökülüp parçalanmışlar. Bülbül aşkını yatıracak bir diken bulamayınca, sabaha kadar ona seranad yapamayınca, kanıyla o gülü kızartamayınca geriye anlatılacak aşk öyküsü kalmıyor.

Ortalık zebanilerden geçilmiyor. Hızla köleleştiriliyor insanlar. Kuru soğana muhtaç edilen yiğidin yiğitliği kalır mı? Ekmeğe muhtaç edilen insandan hak araması beklenebilir mi? Özgürlüğünü başkasından dileyen, başkasının sözcükleriyle düşünen insan sorular sorabilir mi? Şiir bunun için vardır işte. Aşk için, soru sormak için, kendi sözcüklerinin sahibi olmak için, insana insanı anımsatmak için, tercihi için, zekâsını kullanması için, içine yolculuk yapması için, özgürce düşünmesi için...

Şiir tarih değildir dedim ya. Tarihin tanığıdır, tarihin başlangıç sesidir. Şiir olmasaydı Sümer, Babil, Mısır, Antik Yunan, Latin insanının sevdasının sesini duyabilir miydik? Şiir olmasaydı yenilgilerin tarihi çıplak kalmayacak mıydı? Şiirdir işte insanı insanla tanıştıran. Şiirdir ruhu canlandıran, özgürlüğü anımsatan, bülbülün yoluna gülü döşeyen...

Başlarken şöyle içimden geldiği gibi, biraz ruhumu anlatmak, biraz olandan bitenden kaçmak, ümit ettiğim şeyleri yazmak, buğday başaklarının güzelleştirdiği tarlaları çizmek, rüyalarımı dökmek, şafakla buluşturmak istedim. Şiirin büyüleyici sesine ezgileri katıp da söylemek istedim söyleyeceklerimi. Beceremedim yine. Olandan bitenden koparamadım kendimi. Dünyanın yangını öylesine sarmış ki bedenimizi, içimiz de onunla kavruluyor. Sesimizin ahengi kalmamış. Ahengi geçtim, sesimiz çıkmıyor. Bir korku iklimindeyiz. Oysa şiirimiz var. Oysa cesaretimiz var. Oysa ellerimiz var. Birbirine kenetlenmeyi bekleyen, hâlâ sıcacık, hâlâ sarılmaya sevdalı kollarımız var.

Unuttuğumuz aşkın diliyle düşünelim biraz. Sevmeyi öne çıkaralım. Dünyanın en büyük derdi o olsun. Gözlerin içine bakma, gözlerin içinden geçme zamanı. Yan yana gelme, yan yana yaklaşma zamanı. Aynaya yeniden yeniden bakma, ayna olma zamanı. Çevat Çapan çevirisiyle, İÖ 16-15. yıllarda yazılan bir Mısır şiiri söyleme zamanı...

Burada seninle sulara dalmak
Beklediğim anı yaşattı bana:
Doya doya seyretsin varlığımı
Güzelden anlayan gözler.
Üstümde en iyi bir kumaştan
İnce saydam bir giysi.
Bak ıslanınca şimdi
Üstüme yapışarak
Nasıl gösteriyor tenimi.
Ne yapsam gizleyemem, sana vurulmuşum bir kere.
Şimdi açılsam da yüzerek, birazdan döneceğim,
Suları püskürterek dişlerimin arasından.
Yanına gelmek için özürler yaratarak.
Bak, nasıl geçti alabalık avuçlarımın içinden,
Daha iyi görürsün yanıma yaklaşırsan.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi