Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Aksak demokratlar, demokrasi şafaklarının düşünsel muhafazakarları

Demokrasi şafaklarının her döneminde öncü ve önderlerin demokrasi anlayışındaki düşünsel muhafazakarlıkları aksamayan ‘gerçek’ demokratların eksikliğine mahkûm bir süreç ortaya çıkarmıştır.

Günümüzde yaşanan krizi anlamak için bir süredir Tarih Terslerinin odağına Osmanlı-Türkiye demokrasi tarihiyle ilgili sekiz genel gözlem/tespit oturdu. Bu tartışmada odaklandığım altı dönüm noktasında (altı demokrasi şafağında) bu sekiz tespiti ele almaya devam ediyorum.

Bu bağlamda geçen haftaki yazıda demokrasi tarihinin öncü ve önderlerinin zihniyet dünyasındaki kısıtlılıklar ve hastalıklar hakkında genel bir değerlendirme sunmuştum. Orada sıraladığım entelektüel kısıtlılıklar ve sorunların çoğu, büyük oranda Genç Osmanlılar kuşağından devralınan egalofobinin (eşitlik/denklik fobisinin) aşılamaması ile ilgilidir aslında.

Bu bağlamda sorun, Osmanlı-Türk tipi kast sisteminden vaz geçilememesi ile ilgilidir.

En sağdan en sola Türkiye’de entelektüel ve siyasi yelpazenin tümü tarafından paylaşılan düşünsel muhafazakarlık, aylardır bu köşede ele almaya çalıştığım bu fobiye dayalı kast anlayışının her dönüm noktasında muhafazasıyla ilgilidir.

Bugüne kadar bir türlü terk edilemeyen bu anlayış nedeniyle, kapsayıcı eşit vatandaşlık anlayışı ne yasal ve idari düzlemde ne de sosyal ve ekonomik düzlemde hayata geçirilebilmiştir.

Farklı katmanlardaki eşitsizlikler ve özellikle kolektif kimlik düzleminde eşitsizlikler sistemi olarak Türkiye tipi kast sistemini anlayabilmek için bu sistemin ve onun dayandığı anlayışın köklerine, yani modern Osmanlı modernleşmesine bakmak gerekiyor.

Daha kuruluş sürecinin başında, Cumhuriyet’in mayasında bulunan çok katmanlı eşitsizlikler anlayışının köklerinin, Osmanlı-Türkiye modernleşmesinin özünde olduğunu görmek çok önemli.

*****

Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinin dönüm noktalarından birincisini oluşturan ve 30 Mayıs 1876 darbesi ile başlayan I. Meşrutiyet (1876-1878) döneminde karşımıza çıkan hakimiyeti milliye anlayışı, Tanzimat döneminin (1839-1876) hem resmi hem sivil aydınları tarafından farklı şekillerde dile getirilmeye başlanmıştı. Basitçe, bu anlayış karar süreçlerine katılımı en tepeden (saraydan) mümkün olduğunca aşağı doğru yaymayı öngörmekteydi. Bunun yolu ve yordamı konusunda demokrasi öncüleri ve önderleri arasında önemli farklar mevcuttu. Ancak daha önemli fark, bu yayılmanın kapsamı veya sınırlarıyla ilgiliydi.

Tanzimat ve özellikle Islahat Fermanı sonrası “gavur” denilmesi yasaklanmış Gayrimüslimlerin I. Meşrutiyet döneminde karar süreçlerine katılımı ile ilgili pratikte neler yaşandığı bu yazının kapsamını aşar. Özellikle meclis faaliyetlerine hem niceliksel hem de niteliksel anlamda yoğun katılımları, I. Meşrutiyet dönemiyle ilgili başka bir yazıda ele alınmayı hak ediyor. Ancak bu yazının konusunu oluşturan düşünsel sınırlılıklar bağlamında kısaca şunu söyleyebilirim: Hakim olması öngörülen “millet ”in Gayrimüslimleri de kapsayıp kapsamayacağı dönemin Müslüman aydınları arasında açıkça tartışma konusu olabilmiştir.

İki yıldan az bir sürenin sonunda padişah tarafından sonlandırılan bu kısa dönemle ilgili olarak birçok eksiklik ve kısıtlılıktan söz edilebilir. Monarşinin devam ediyor olması, meclisin oluşum süreci ve genelde demokrasinin oluşumu bağlamında yaşanan sorunlar ve özellikle alt sınıfların ve kadınların katılımı bağlamında görece dar kapsam bunların başında gelir. Ancak dönemin belirleyici kolektif kimliği olan dini gruplar ve özellikle Gayrimüslimler bağlamında gözlemlenen kapsayıcılık ve çoğulluk, sonradan bir daha görülmeyecek boyuttadır.

Ancak her şeye rağmen Müslümanların üstünlüğüne dayanan kast sisteminden vazgeçilmemesinde, önceki dönemden devralınmış İslami entelektüel bariyerler belirleyici rol oynamıştır.

*****

Bu bariyerlerin kaldırılması yönünde en önemli adımlar, demokrasi tarihinin ikinci dönüm noktasını oluşturan II. Meşrutiyetin ilk birkaç yılında atılmıştır.

II. Meşrutiyeti başlatan 1908 Devriminin hazırlık sürecinde pek olmasa da hemen sonrasında karar süreçlerine katılımın alt sınıflar ve kadınlar lehine aşağı doğru (farklı düzlemlerde piramidin tabanına) yayılması konusunda, uygulamadan ziyade entelektüel düzeyde yeni bir sıçrama yaşanmıştır.

Modern bir ideoloji/akım olarak daha önce ortaya çıkmış olan İslamcılığın kolektif kimlik projesi bağlamında da gündeme geldiği bu dönemde Gayrimüslimlerin demokrasi sürecindeki yeri ve rolünün daha sağlam olduğunu söylemek mümkündür: Hem grup içi örgütlenme hem de emparyel düzeyde karar süreçlerine katılım konusunda daha kararlı ve güçlü bir bilince, iradeye ve örgütlülüğe sahip olan Gayrimüslimlerin bu süreçlerden uzaklaştırılması (kast sistemi bağlamında hadlerini bilmeleri!) yönündeki İslami anlayış, en azından kamusal alanda oldukça gerilemiştir.

*****

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde, demokrasi tarihinin üçüncü dönem noktasını oluşturan 1920-23 yılları arasında yaşananlar, daha önce ortaya koyduğum farklı düzlemlerdeki eşitsizlikler ve hiyerarşiler haritasında önemli bir değişime yol açmıştır. Toplumsal cinsiyet düzleminde, yani kadınların karar süreçlerine katılımı bağlamında önceki dönemin kazanımları pratik koşullar nedeniyle daha çok büyümüştür. Ancak henüz erkek egemen zihniyetin sorgulandığı eşitlikçi bir anlayıştan söz etmek zordur. Diğer yandan sınıfsal düzlemde ve özellikle şehir-taşra/köy düzleminde eşitsizlikler konusunda önemli bilinç sıçraması yaşandığını söyleyebiliriz.

Bu düzlemlerde meclis aracılığıyla karar süreçlerine daha yaygın katılım, farklı siyasi görüşlerin temsiliyeti ve özellikle meclisin ortaya koyduğu 1921 anayasasındaki ademimerkeziyetçi tavır bu dönemi haklı olarak önceki ve sonraki dönemlere göre daha demokratik bir dönem olarak öne çıkarmaktadır.

Diğer yandan Cumhuriyet’in ilanı ve Reisicumhurluğun inşası ile sona eren bu görece demokratik dönemde kolektif kimlikler düzleminde önemli bir gerilemenin söz konusu olduğu unutulmamalıdır.

Birinci Dünya Savaşı sonrası küresel ve özellikle bölgesel yeniden düzenlemeler çerçevesinde İstanbul’daki ‘merkezi’ ve ‘meşru’ hükümete karşı Ankara’da aynı saltanat ve hilafete bağlılık iddiasıyla oluşturulan alternatif hükümet ve merkezin yeni önderleri, eski İttihatçı dönemin görece merkez dışında kalmış kadroları/aktörleri olarak, İttihatçıların yürüttüğü nüfus mühendisliği ‘sayesinde’ görece daha homojen bir demos/halk ile muhatap olmanın ‘avantajı’ ile hareket ediyordu.

1918-1923 arasındaki dönem boyunca pratikte aynı politikaların uygulanmasına devam edilmesi gerçekliği ayrı bir yazsının konusu olabilir. Bu bağlamda ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’ adı verilen sürecin (İttihatçıların ‘Milli Ekonomi’ anlayışı gibi) esasen Gayrimüslim karşıtlığı, daha doğrusu savaş sonrası onarıcı adalet olasılığı korkusu üzerine inşa edilmiş olduğunu görmek, böyle bir analizle mümkündür. Ancak entelektüel ve duygusal düzlemde belirleyici bir kısıtlılık ve sorun kaynağı olarak bu karşıtlık ve korku, bu yazının temel konusudur.

Muzaffer devletlerin teşvikleri ve bu konuda daha ‘demokratik’ tavır sergileme sinyalleri veren İstanbul hükümetinin politikaları karşısında, katliam, yağma ve el koymaların sorumlusu olan askeri ve bürokratik elitlerle birlikte, artık sivil Müslüman elitlerin de demokrasi tahayyülünün sınırları bu korku ve kaygılar tarafından belirlenir.

Dini kimliklerin yanı sıra etnisite merkezli kolektif kimliklerin hakimiyetinin öne çıkmaya başladığı, 1913 sonrası İslam-Türkçü İttihatçı anlayışının devam ettiği ve hatta Türkçülüğün giderek öne geçtiği bu dönemde, Ankara’daki ‘demokratik’ Meclis Devletinin hakimiyeti milliye anlayışında artık Türk olmayan Müslümanların kast sistemindeki yeri de belirginleşmeye başlamıştır. Gayrimüslimlerin fiziki tasfiyesi ve kalanların alt kast konumu devam ederken, milletin, demosun veya halkın önemli kesitini oluşturan diğer grupların kendi kaderinin tayiniyle ilgili en ufak hak iddiaları şiddetle bastırılmıştır. Sadece Gayrimüslimlerin değil, tüm Gayritürklerin demokratik sürecin dışına veya kast sisteminin alt tabakalarına itilmesi anlayışı, bu dönemde tedricen inşa edilmiştir.

Sonraki yüzyıllık Cumhuriyet tarihi, devam eden bu anlayışın giderek daha rafine yöntemlerle ‘başarılı’ bir şekilde uygulanmasından ibaret bir tarih olacaktır.

*****

Demokrasi tarihinin dördüncü dönüm noktası olan 1950 sonrası birkaç yıl boyunca yaşananlar, eşitsizlikler haritasının diğer düzlemlerinde umut yaratmıştı. Farklı siyasi fikirler için özgürlükler ve demokratik sistemin gelişmesi bağlamında, önceki dönemin tek parti diktatörlüğü uygulamalarını geride bırakma iddiası, 1945 sonrası küresel düzeyde yaşanan liberal demokrasi rüzgarının etkisiyle genel bir zihinsel dönüşüm anlamına gelecek gibi görünüyordu.

Bu kısa dönem, yirmi beş yıldır yaşadıkları antidemokratik uygulamalardan kurtulmaları anlamında Gayritürkler için de (aynı oranda olmasa da) umut kaynağı olmuştur. Ancak entelektüel sınırlılık ve sorunların bu kısa dönem boyunca aşılmış olduğunu söylemek mümkün değildir.

Kısa süre sonra çok partili sistemde tek parti diktatörlüğü inşasına girişecek Demokrat Parti’nin, kendileri için adeta esir kampına dönüştürülmüş İstanbul’daki Gayrimüslimleri bazen Kıbrıs sorununda rehine olarak kullanmasında ve bazen Cumhuriyet Halk Partisinin Türkçü politikalarını devam ettirmesinde, entelektüel düzeyde kısıtlılık ve sorunların ürünü olan anlayış belirleyici rol oynamıştır.

*****

Demokrasi tarihinin beşinci ve en uzun şafağı olan ve ‘demokratik olasılıklar baharı’ olarak adlandırabileceğimiz 1960 sonrası yıllar, entelektüel sınırlılıkların ve sorunların aşılması yönünde en umut verici dönem oldu.

Dönemin ayırt edici özelliği, bu umudu yaratanların dönemi başlatan darbeciler veya sonraki dönemde devleti yöneten elitler değil, tabandan gelen mücadeleci gruplar olmasıydı.

Sınıfsal ve toplumsal cinsiyet düzlemlerde gerçek anlamda epistemolojik kopuşların yaşandığı bu dönemde entelektüel düzlemde gözlemlenen dönüşümün yukarıya yansıması kısmi ve dolaylı oldu. Ancak demokrasi anlayışında gözlemlenen kapsam genişlemesi ve kısmi radikalleşme bağlamında bu dönem, öncesi ve sonrasıyla karşılaştırılması zor bir demokratik katılım örneği sundu.

Ancak kolektif kimlikler bağlamında bu dönüşüm pratikte pek karşılık bulmadığı gibi, entelektüel düzlemde Kürtler başta olmak üzere Gayritürk Müslümanlarla sınırlı bir demokrasi ve hak talebi anlayışı/arayışı ortaya çıkardı.

Gayrimüslimler için niceliksel veya niteliksel olarak herhangi bir dönüşümden söz etmek mümkün değildir. En sağdan en sola siyasi yelpazenin her kesiminde müesses nizamın komprador ve beşinci kol algısı bir şekilde devam ettirildiği için demokrasi tartışmalarında (sessizliklerini koruyan) Gayrimüslimler en radikal demokratik söylemlerde bile yeterince yer bulmadı.

*****

Son olarak, demokrasi tarihinin altıncı dönüm noktası olarak 2002 sonrası birkaç yıla baktığımızda, eşitsizlikler haritasında en kapsamlı dönüşüm umudunu görürüz.

Avrupa Birliği üyeliği motivasyonunun önemli rol oynadığı ve on yıla yakın bir süre boyunca büyüyen demokrasinin yerleşmesi umudu, önceki dönüm noktalarındakinden farklı olarak, kolektif kimlikler düzleminde de açık ve net bir yüzleşme ve dönüşüm olasılığını da kapsıyordu.

Uzun zaman devam eden demokratik hak mücadelelerinin de belirleyici rol oynadığı bu dönemde toplumsal cinsiyet düzleminden ülke içi taşra/periferi düzlemine, kolektif kimlikler düzleminden küresel taşra/periferi düzlemine kadar geniş yelpazeye yayılan bu dönemdeki demokratikleşme anlayışının en çok aksadığı düzlemin sınıfsal düzlem olması, neoliberal niteliğinden kaynaklanmaktadır.

Geceye evirilen bu dönemin de farklı yazılarda hakkıyla ele alınması gerekiyor.

*****

Sonuç olarak, demokrasi şafaklarının her döneminde öncü ve önderlerin (başat aktörlerin) demokrasi anlayışındaki düşünsel muhafazakarlıkları aksamayan ‘gerçek’ demokratların eksikliğine (demokratsızlığa) mahkûm bir süreç ortaya çıkarmıştır.


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi