Cehennemin bahaneleri

İsrail’in bombalarından, Hamas’ın intikam yeminlerinden daha güçlü bir duruş ortaya koyamazsak, hiç kuşkunuz olmasın çalacaklar insan oluşumuzun omurgasını. Barışı koşulsuz savunmak zorundayız.

Çaresizlik duygusuyla yüzleşiyoruz bir kez daha. Her şey gözümüzün önünde oluyor.

Bir parmak şaklatmasıyla yerle yeksan edilen insanlığımız, ölümü kutsayanların, öldürerek var olanların elinde son buluyor.

Katledilen kadının çıplak bedeni üzerinde tepinip tekbir getirenleri seyretmek zorunda kalan annenin çaresizliği ile bombaların yıktığı binaların enkazından çocuğunu çıkaran Filistinli babanın çaresizliği ağır çekim bir acıyı salıyor içimize.

Anlıyorsunuz ki gözyaşları kimliksizdir.

Kendi şiddetine, zulmüne haklılık arayanların cümleleri sarıyor sonra etrafımızı.

Parmak sallayan sözler, yumruk atan cümleler, had bildiren bakışlar arasından başımızı eğip geçiyoruz. Korktuğumuzdan değil, çaresizliğimizin utancından.

Derdi anlatmanın karşısına dikilen o soğuk itirazların, kendimiz gibi olanlardan gelmesine duyduğumuz şaşkınlığın yok bir tarifi.

Kendimize ait olmayan hayatların kaderi üzerine bu kadar ahkâm ayıp ama bunu anlatmaktan ar ediyor işte bir yanımız.

Ar edişimize inen sözlerimizin terbiyesini “korkaklık”la eşleyen ve en radikal, en doğrucu, olmayı sıkılı yumruğunu göstererek sallayanların dünyasında bazen ne deseniz boş.

Tam o sırada bombalar yağıyor insanların üstüne. Zulüm füzelerden havai fişek yapıp, dünya için seyirlik bir eğlenceye dönüştürüyor kendini. Ne acı!

Belki karanlıkta bir kadın şarkı mırıldanıyordur,

Belki bir çocuk sığındığı yerden kaldırıp başını gökyüzünde süzülen roketleri seyrediyordur, Bir baba yavrularına sarılıp dua ediyordur belki kim bilir.

Çıkma ihtimali çok yüksek bir ölüm piyangosunda ise eğer hayatınız, her “belki” bir son andır bilirsiniz.

Çünkü savaş, hayatlar üzerinde hükmünü ilan eden bir cellattır ve celladı besleyen her övgü, her bahane onun gönüllü hizmetçisi olmaktan başka bir şey değildir.

Tam da bu yüzden bazen inandığımız şeyler en acımasız celladımıza dönüşür.

Demem o ki;

Zulüm ve şiddet arasına sıkışmış insanların öfkesini kullanışlı bir intikama dönüştürenler iyi bilir bunu ve senden, benden, bizlerden birer katil yaratarak, masumların canını almaya gönüllü etmekte hiç zorlanmazlar.

İnsanın kendisini kendisine itiraf etmesi büyük bir yüzleşmedir evet. Hep başkalarını yüzleşmeye çağırmanın sorumsuzluğunu atarsanız üstünüzden, geriye sadece devasa bir riya kaldığını görürsünüz. Her vahşetin ardında işte o riya vardır işte.

Başaramadığımız şeylerin yenilgisine giydirdiğimiz o radikalliğin ele geçirdiği akıldan korkarım. Hesaplıdır çünkü. Kötülüğü planlamanın siyasetindedir. Politikaların generalliğine soyunanların talimatları altında ne çok savaşlar gördü bu dünya.

Zulme uğrayanın daha büyük zalime, ezilenin daha büyük ezene dönüşebilmesine de defalarca böyle tanıklık ettik işte.

Bu yüzden kemiksiz dilimiz, olan biten her şeye çok hızlı buluyor kulpunu. Kendisi gibi düşünmeyeni bu kadar hızlı yok edebilen ve işini kansız halledebilen bir başka silah bulunamadı henüz.

“Savaşa hayır” dediğinizde “taraf ol” diyerek üstünüze yürüyen de, her şiddet eylemini, cinayeti, katliamı kınadığınızda “bedelsiz, ziyansız olmaz bu işler” diyerek parmağını tehditkâr savuran da odur.

Üçüncü bir yol olabileceğine duyduğunuz inanca nanik çekip, heyheylenen de, bir yol arama çabanızı küçümseyen o yarım ağız ifade de maalesef ona aittir.

Barışı savunmayı kolay sananların, başkalarının hayatları üzerinde bu kadar kolay ölümcül ahkamlar kesmesi tesadüf olmasa gerek.

Oysa hayattan yana her sözün ağırlığı, her arayışın bir yaratıcılığı, her kayboluşun yeni yerleri keşfetme imkânı vardır.

“Yoktur” diyenlere karşı bir arada yaşamanın yanı başımızdaki Rojava halini işaret etmek kâfi gelmeyecektir eminim ama daha iyisi yaratılana kadar en yakın örnek bu benim için.

İnanın ki yeni bir dünya kurulacaksa “olmaz” diyenlere inat olabileceğine inananlarla bir arada durmak daha büyük bir cesaret günümüz dünyasında.

İsrail’in bombalarından, Hamas’ın intikam yeminlerinden daha güçlü bir duruş ortaya koyamazsak, hiç kuşkunuz olmasın çalacaklar insan oluşumuzun omurgasını.

Barışı koşulsuz savunmak zorundayız. “Hemen şimdi” demek zorundayız.

Çaresiz kalışımızdan utanmanın ağırlığından kurtulmanın başka bir yolu yok gerçekten.


Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi