Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Demokrasi demosun neyine!

Demos’un varlığı için demokrasi şart değildir, ama demokrasi için demos ontolojik bir meseledir: Var olan (geleneksel) demos, demokrasi için yoğurulmalı ve dönüştürülmeli; yoksa yaratılmalıdır!

Tarih Terslerinin uzun zamandır odağındaki Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihi konusunda daha önce sürecin önder ve öncülerine odaklanmıştım. Önce bu aktörlerin eksik ve kusurlu demokratlıklarını, sonra demokrasi savaşımında muzafferlerin bize demokrasi yandaşlığı-karşıtlığı senaryosu olarak sunduğu erk savaşımını ve en son muzafferler arasında yaşanan tasfiyeleri tartışmıştım.

Bugünkü yazımın konusu ise demosun kendisi… Yani halk… Yani modern aydının baş belası.

*****

1969 yılında polis tarafından vurulan işçi Şerif Aygün için yakılmış, pek sevdiğim “Bayram benim neyime!” ağıtına referansla bu yazıya “Demokrasi demosun neyine!” başlığını uygun buldum. (İsteyen Rahmi Saltuk’un o güzel icrası eşiğinde bu yazıyı okumaya devam edebilir.)

Esasen yazının başlığının ünlem yerine soru işaretiyle bitmesi de yanlış olmazdı.

Nitekim bir yandan Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinde demosun yerini, daha doğrusu yersizliğini; diğer yandan demosun demokrasiye ilgisizliğini tartışmak için nötr bir soru olarak bu meselenin tartışılması çok yararlı olabilir.

Ancak, demosun demokrasi tarihindeki yer(sizliğ)i veya demokrasiyi umursamazlığı bir gerçeklik olarak önümüzde durduğu için, bunu bir tespit veya çarpıcı bir gözlem olarak sunmak mümkündür. Bu nedenle başlığın ünlem işaretiyle bitmesi daha uygun görünüyor.

*****

Küresel düzeyde demosun demokrasiyle ilgili tutumu, genelde modern siyasetteki yeri ve tutumu sorunsalının ayrılmaz parçasıdır.

Modernleşme sürecinin siyasi düzlemi söz konusu olduğunda, erk dayanağı olarak halkın keşfi meselesi belki de en büyük yenilik olarak karşımıza çıkar. Ancak bu, halkın siyasete katılımı ile aynı anlama gelmez. Tarihyazımında efkar-ı umumiye, kamuoyu vb. kavramlarla karşımıza çıkan olgu, modern siyasette giderek daha çok önem kazanan bir güç dayanağı haline gelen amme, ümmet, halk, millet, toplum vb. kavramların işaret ettiği kitlelerin potansiyel gücüyle ilgilidir.

Modern aydının baş belası olmasının nedeni de bu gerçekle nasıl başa çıkacağını hala bilememekten kaynaklanmaktadır.

*****

Bu yazıda detaylı ela alamayacağım iki önemli konuda kısa iki not düştükten sonra konumuza dönmek durumundayım.

Birincisi, modern öncesi dönemde (özellikle Osmanlı’daki daire-i adalet bağlamında) halkın/milletin/ümmetin rızası erkin dayanaklarından biri olsa da o paradigma içinde daha çok erkin sürdürülebilirliği bağlamında önemsenen, pasif bir güçtür bu. Özellikle rıza üretimi bağlamında modern dönemden farklı olan bu dönemdeki halk/ümmet desteği/katılımı, rızanın (1) kılıca, (2) soya/kana ve (3) dine/ilahiyata dayalı olması nedeniyle, modern öncesi paradigma içinde kategorik olarak farklı anlam taşır.

İkinci not, modern dönemde katılımın kanalları, yöntemi/biçimi ve mekanizmaları bağlamında seçimler ve sandıkla sınırlı anlayışın giderek artan hakimiyeti ile ilgilidir: Günümüzde krize dönüşen parlamenter demokrasinin (son yüzyılda deneyimle öğrenilmiş) kusur ve eksikleri, günümüz otoriter rejimlerinin dayanağı olan tüccar popülizmin sürekli zaferinde birinci derecede role sahiptir. Bu bağlamda, demokrasi tarihi tartışırken demokrasinin özellikle popüler düzeyde seçimler ve sandıkla özdeşleştirilmesi tuzağına dikkat etmek gerekiyor. Ancak bu yüzeysellikte bakıldığında bile Türkiye demokrasi tarihinin kısa sürede geceye evirilmiş şafakları ile ilgili demosun demokrasiyi ne kadar umursamadığı hakkında gözlem ve tespitler de yeterince iç karartıcıdır.

*****

Modern eğitimli aydınlar ve modernleşmeci devlet erkanı başta olmak üzere, genelde modern elitler tarafından yeniden şekillendirilerek veya inşa edilerek bir güç/erk kaynağına dönüştürülen halk, uzun süre demokrasi mücadelesinin ve genelde modern siyasetin dışında kalmıştır. Halk adına veya onları temsilen ortaya çıktığını ilan eden kişi, grup veya (devlet dahil) kurumların, daha çok (potansiyel ve nadiren fiili) meşruiyet ve güç kaynağı işlevi olarak kalmıştır halk.

*****

Halkın kendini yönetmesi anlamında demokrasinin inşası ve gelişimi sürecinde sorunlu bir özellik olarak karşımıza çıkan gerçeklik şudur ki halkın yönetimde daha çok söz sahibi olması veya karar süreçlerine katılımı, esasen temsil güçleri kendinden menkul aydınlar, gruplar veya örgütler tarafından savunulmuş ve mümkün kılınmıştır. Demos’un varlığı için demokrasi şart değildir, ama demokrasi için demos ontolojik bir meseledir: Var olan (geleneksel) demos, demokrasi için yoğurulmalı ve dönüştürülmeli; yoksa yaratılmalıdır!

Demokrasinin demosla ilişkisi bağlamında Marks’ın sınıf için söylediğine referansla şunu da söyleyebiliriz: Kendinde (an sich) demos, kendisi için (für sich) demosa dönüşmelidir!

Demokrasi havarisi modern aydınları daha iyi anlamak üzere Lenin’in öncü parti katkısını da ekleyecek olursak: Dönüştürülmelidir!

*****

Nihayet bu yazının konusuna, yani Osmanlı ve Türkiye tarihinde demosun yer(sizliğ)i ve demossuz demokrasi meselesine gelecek olursak, bu uzun sürecin her dönemiyle ilgili bu bağlamda söyleyeceklerimi, köşe yazısı çerçevesinde özetlemem gerekecektir.

Anayasal güvence altına alınmış hukuk devleti çatısı altında parlamenter demokrasi ile sınırlı olan oldukça dar ve yüzeysel tanımı/anlayışı kabul etsek bile, demokrasi tarihinde yaşananlarla ilgili şimdiye kadar Tarih Terslerinde dile getirdiklerime ek bir tespit veya gözlem olarak bu yazıda şunu açıkça ifade etmek isterim en başta: Halk adına ve halk için verilen mücadele ve yapılan darbeler, ihtilaller, inkılaplar veya devrimler sonucunda söken demokrasi şafaklarında halkın rolü, neredeyse sıfır noktasından ancak 1960’larda daha çok belirleyici olma noktasına ulaşmıştır. Nitekim, iktidarın sıkı kontrolü ve manipülasyonları nedeniyle 1960’lar öncesi dönemde katılım büyük oranda parlamenter sistemle, yani seçim ve sandıkla sınırlı olmuştur.

1960lar sonrası dönemde halkın siyasete ve karar mekanizmalarına katılım süreci, sivil toplumun gelişmesi ve güçlenmesi sayesinde, parlamentonun ötesinde, yaşamın daha geniş alanlarında giderek daha çok mümkün olmuştur.

****

Osmanlı ve Türkiye tarihindeki altı demokrasi şafağında halkın rolü meselesine baktığımızda yukarıdaki tespit ve gözlemin geçerliliğini görmek mümkündür.

Tamamen elitler arası güç savaşının ürünü olan birinci demokrasi şafağı (I. Meşrutiyet), halkın esamisinin okunmadığı bir süreçte sökmüştür. İstanbul’da kurulan Meclis-i Mebusan’a vilayetlerden gelen yerel elitler aracılığıyla halkın karar sürecine katılımı konusunda önemli bir gelişme yaşanmıştır. Ancak meclis aracılığıyla gerçekleşen dolaylı, kısmi ve temsilciler üzerinden katılım, dönemin ikinci önemli gelişmesi olan anayasanın hazırlanması, ilanı ve sahiplenilmesi sürecinde bile karşımıza çıkmamıştır. Meclisteki halk temsilcilerinin (mebuslarının) etkileyici performansları inkar edilemez. Ancak daha iki yıl geçmeden meclisin padişah tarafından süresiz ‘tatil’ edilmesine karşı halkın genel tavırsızlığı, bu süreçte halkın/demosun yer(sizliğ)i konusunda önemli bir göstergedir.

*****

Siyasete katılımın görece kısmen tabana yayıldığı ve kitleselleştiği 1908 sonrası ikinci demokrasi şafağının (II. Meşrutiyet) sökmesinde, yani 1908 öncesinde halkın (niceliksel ve niteliksel bağlamda) yeri ve rolü hala tartışmalı bir konudur. Ancak padişahın 1878’de rafa kaldırdığı anayasayı sadece raftan indireceği ve meclis seçimi yaptıracağı sözü bile, belki Yeniçeri ayaklanmalarından beri görülmemiş genişlikte kitlesel katılımlı gösterilere yol açmıştır. Ancak oldukça sınırlı bir kesimin katıldığı siyasi karar mekanizmaları bu dönemde hala hakim durumdadır. Özellikle etnik ve dini kimlik siyaseti üzerinden bu dönemde büyüyen bir kitleselleşme (tabana yayılma) söz konusu olsa da bunun daha çok eğitimli modern elit kesimlerin genişlemesiyle ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Halkın geniş kesimi hala karar süreçlerinin dışında ve genelde modern siyasete ilgisiz durumdadır. Öte yandan önemli bir değişiklik olarak, seçimler aracığıyla sandık başına gitme ve temsilci olarak mecliste yer alma yoluyla yüzeysel demokratik katılımın genişlemesi meselesidir. Ancak oy hakkı ve mebus seçilme koşullarındaki sınırlılıklar nedeniyle, kadınlar başta olmak üzere toplumun büyük kesimi bu sınırlı ve nerdeyse sembolik katılımın hala dışında tutulmaktadır.

****

Gelecek hafta bu konuyu kuruluş sürecinden başlamak üzere Cumhuriyet tarihi bağlamında ele aldığımda göreceğimiz üzere, günümüzde işler tersine dönmüştür: Demokrasinin demosa dayanmaması değil, dayanılan (yüceleştirilmiş) demosun öncelikle sandıkta, ama aynı zamanda yaşamın farklı alanlarında katıldığı karar süreçlerinde verilmesini sağladığı kararların veya kazanmasını sağladığı seçeneklerin (bilinçli ve istekli) yıkıcılığı karşısında ‘demokrasi’nin çaresizliği artık en büyük sorundur.

Demokrasinin yarattığı modern demosun, günümüzde şaha kalkmış tüccar zihniyetli popülizme dayalı otoriterler ve diktatörler tarafından kolayca ve çoğu zaman bilerek ve isteyerek manipülasyonunda doğal olarak manipülatörlerin (popülistlerin) rolü bolca eleştirilirken, bu süreçte manipüle edilenin (populusun) rolü bir tür ‘halk seviciliği’ nedeniyle günümüzde pek sorgulanamamaktadır.

Aynı şekilde, seçim ve sandıkla özdeşleştirilmiş günümüz demokrasilerinde tüccar popülist manipülasyonun son birkaç on yıldaki başarısında, önceki yüzyıl boyunca hakim olan elitizmin rolü de yeterince sorgulanmamaktadır.

Ancak bu konuları önümüzdeki Tarih Terslerinde açma olanağı bulabileceğim…


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (Yayınları için: https://bilgi.academia.edu/BulentBilmez

İletişim için: [email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi