Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Demokratlarımızın öncüleri olarak muhafazakâr gençler

1865-76 arası sivil aydın muhalefet kuşağı hem Avrupa’daki demokratik cumhuriyetçi düşüncenin en muhafazakar versiyonlarıyla ilişkilendi hem de ülkeleri için bunun daha muhafazakar varyasyonu olan Osmanlı-tipi demokratikleşme söylemini inşa etmeye çalıştı

Türkiye düşün tarihinde modernistler için öncü rolü çok iyi bilinen Genç Osmanlılar kuşağı hakkında eleştirel anlatılar söz konusu olduğunda, bazı tarihçiler günümüzün değer ve kavramlarıyla değerlendirme yapıldığı iddiasıyla anakronizm uyarasında bulunabiliyor hemen.

Bu uyarıların görünen nedeni, günümüz Türkiye’sinde bile yerleşmemiş veya gelişmemiş bazı fikir ve duyarlılıklarının ondokuzuncu yüzyıl aktörlerinde aranmaması gerektiği anlayışına dayanıyor. Yani bunun arka planında üçüncü dünyalı aydınlara özgü bir kompleks yatmaktadır: Kısaca, ‘öyle şeyler’in ‘burada’ aranmaması gerektiği anlayışına dayanan ve adeta ‘hafifletici sebep’ olarak sunulan geri kalmışlık argümanı olarak ifade edebiliriz bu kompleksi.

Oysa, mesela 1865-76 arası on yıllık dönemde çok etkin olarak faaliyet yürüten sivil aydın muhalefet kuşağına verdiğimiz isimle Genç Osmanlılar veya Yeni Osmanlılar için “genç” veya “yeni” sıfatları, kendi dönemlerinde Avrupa’da ortaya çıkmış yenilikçi veya devrimci meşrutiyet karşıtı aydınlanmacı demokratik hareketlere referansla kullanılmaktadır. Nitekim, büyük oranda 1840’lı ve 1850’li yıllarda Osmanlı bürokrasinin Tercüme Odasında yetişmiş olan bu kuşak, Fransızca bilgisi sayesinde Avrupa yazınını yakından takip etmeleriyle öne çıkmış genç kalem erbabından oluşmuştur. Üstelik 1867’den itibaren Avrupa’da geçirdikleri gönüllü sürgün yılları boyunca Avrupa’da yaşanan (Paris Komünü gibi) önemli siyasi entelektüel gelişmelerin içinde bulunmuşlardır. Ayrıca, bu sırada Avrupa’daki çok canlı radikal düşünceler, düşünürler ve gruplarla tanışmaları işten değildir. Daha önceki yazılarda belirttiğim üzere, bunun gerçekleşmemesinin, yani dönemin radikal düşünceleri konusundaki ilgisizliklerinin nasıl açıklanması veya yorumlanması gerektiği, ilginç bir düşün tarihi sorunsalı olarak karşımızda durmaktadır.

Benim görüşüm, bunun büyük oranda seçici algıyla ilgili olduğudur.

Söz konusu seçici algının kaynağında ise bu aktörlerin içinde yetiştikleri İslami gelenekten kopamamaları, hatta 1820’lerde başlamış olan devlet eliyle radikal modernleştirme sürecinde muhafazakâr bir tepkiyle İslami geleneğe daha sıkı sarılmaları olduğunu söyleyebiliriz.

Tarih terslerinde daha önce işlediğim bu konunun Şerif Mardin’in Genç Osmanlılar ve Mümtaz’er Türköne’nin İslamcılığın Doğuşu çalışmalarından beri artık iyi bilindiğini varsayarak burada sadece konumuzla ilişkisi bağlamında bazı hatırlatmaları gerekli görüyorum: Ali Paşa ve Fuat Paşa’nın liderliğinde Babıali tarafından yürütülen resmi modernleşme sürecini ‘aşırı Batıcı’ ve radikal bularak, İslami geleneklere referanslarla bir Doğu-Batı sentezi arayışına giren sivil muhalif modernleşmecilerin ufku iki bağlamda çok sınırlıdır: Hem Avrupa’daki demokratik cumhuriyetçi düşüncenin en muhafazakar versiyonlarıyla ilişkilenirler hem de kendi ülkeleri söz konusu olduğunda bunun daha muhafazakar varyasyonu olarak Osmanlı-tipi demokratikleşme söylemini inşa etmeye çalışırlar.

Burada önemli bir not düşmeliyim: Aslında günümüzde sıkça karşımıza çıkan bir tutum olarak, her konuda Türkiye-tipi versiyonu arama veya inşa etme yönünde bir (üçüncü dünyalı) kompleksin ondokuzuncu yüzyıldaki köklerinden söz ediyoruz aslında.

Türkiye’de demokrasinin ‘hastalıklı kökleri’ ve bu bağlamda cumhuriyet fikrinin ‘çürük temelleri’ni görmek ve anlamak için geçmişe dönmemiz, sivil siyasetin ve bu bağlamda 'demokrasi'nin öncüleri kabul edilen Genç/Yeni Osmanlıların düşün dünyasına ve pratiklerine odaklanmakla işe başlamamız gerekmektedir.

Gelen sorular/uyarılar üzerine yapmam gereken bu zorunlu girişten sonra tarih terslerinde ele alınan sorunlar ve kavramların oluşturduğu bütünselliği, yani ana sorunsalımızı da bu noktada hatırlatmak isterim: Osmanlı-tipi kast sistemi, egalofobi ve monarşi karşıtlığı bağlamında cumhuriyeti bile ‘aşırı’ bulan halk egemenliği (hakimiyeti milliye) anlayışı ile bunun doğal aracı ve sonucu olarak meşveret ve nihai hedef olarak anayasal parlamenter rejim olarak meşrutiyet kavramları ile çerçevesi çizilebilecek devasa bir sorunsaldan söz ediyoruz.

Üstelik bu sorunsal, tüm devasalığına rağmen kendisinden daha büyük modernleşme sorunsalının parçası olarak tartışılınca anlaşılabilir ancak!

****

Şimdi geçen hafta kaldığımız yerden, yani Genç Osmanlıların (yukarıdaki geniş bağlam içinde) cumhuriyet algısı meselesi konusuna devam edebiliriz.

CUMHURİYET VE DEMOKRASİ TARİHİ BAĞLAMINDA 'HUM ZAMİRİ' VE MEŞVERET MESELESİ

Hakimiyeti milliye ve meşveret kavramsal çerçevesi içinde Genç Osmanlılar kuşağında demokrasi ve cumhuriyet tartışmalarına baktığımızda karşımıza, (Cemal Oktay hocanın deyişiyle) hum zamirinin serencamı çıkıyor. Gelen sorulardan anlıyorum ki mevcut tarih terslerinin takibini kolaylaştırmak için daha fazla ertelemeden bunu açıklamak ve sorunsal içindeki yerini belirtmem gerekiyor.

Ankara’da Büyük Millet Meclisi kürsüsüne sonradan asılan “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” mottosundan önce, kuruluş aşamasında aynı yerde bulunan Kur’an-ı Kerim’in 42. suresi olan Şûrâ suresinin 38. ayetinde geçen ve “onlar İşlerini istişare ile yürütürler” (ve emruhum şûrâ beynehum) anlamına gelen ve Âl-i İmrân Suresi 159. ayetinde geçen “iş hakkında onlara danış” (ve şavirhum fil emr) ifadeler, Genç Osmanlılardan itibaren demokratikleşmenin ve onun parçası olan Meşruti yönetim taraftarlarının temel ilkeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, her iki ayette geçen “hum” zamiri tartışması, meşruti yönetim talebinde ‘meşveret usulüne’ vurgu yapmak için Genç Osmanlılar tarafından sıklıkla kullanılmıştır.

Burada öncelikle, Genç Osmanlılar için modernleşme ve onun doğal parçası olarak ‘demokratikleşme’ sürecinin açıklanması ve savunusu için İslami söyleme başvurma eğilimi karşımıza çıkmaktadır. Kuran’a referansla savunulacak olan, karar sürecinin tavandan tabana yayılması hususu (yani erkin, hiyerarşi piramidinin tepesinden aşağıya doğru yayılması) tüm Osmanlı tebaasını içerecek tam bir eşitlik anlayışından mahrumdur. Nitekim padişahın yetkilerinin bir meclis ile sınırlandırılması talebinin ‘meşru’ olduğu, tüm Osmanlı tebaasına değil, özellikle millet-i hâkime olan Müslümanlara İslami söylemlerle anlatılması öncelikli çaba olmuştur.

***

Bu meseleler bugün konuşulurken, her ne kadar Osmanlı’da demokratikleşme sürecini -özellikle düşün tarihi bağlamında- Genç Osmanlılar ile başlatma eğilimi hâkim olsa da bunun birçok nedenden dolayı doğru olmadığını söylemek gerekiyor.

Osmanlı ve Türkiye’de demokratikleşme süreci konusunda Genç Osmanlılara öncülük rolü atfedilmesi hususunda önemli bir sorun da meşrutiyetçilik başlığı altında özetleyebileceğimiz düşüncelerinin en önemli iki parçası olan parlamentarizm ve anayasacılık konusunda, Genç Osmanlılara gelene kadar vuku bulmuş olan pratiklerin ve zengin tarihsel arka planın unutulmasıdır.

***

Üstelik parlamentarizm bağlamında bu engin deneyimin liderliğini, Genç Osmanlıların muhalif olduğu merkezi yönetim, yani Tanzimat’ın bürokrasi elitleri yapmıştır.

Modern öncesi dönemde Osmanlı düşüncesinde ‘adalet dairesi’ bağlamında ‘rıza üretimi’ ve ‘meşveret’ meselesini ve buradan yola çıkarak Divân-ı Hümayun’u başka bir paradigmaya ait bir kategori olarak dışarıda tutacak olsak bile mesela 1774 yılından itibaren işlev gören ‘danışma amaçlı Meclis-i Meşveret bu tarihi arka planının önemli parçası olarak ele alınmalıdır. Daha önemli unsurlar olarak modernleşme sürecinde farklı idari ve coğrafi düzlemlerde kurulan divan, şura ve meclisler ve bunlardan hareketle ortaya çıkan çok önemli deneyimsel ve düşünsel birikim karşımıza çıkmaktadır.

Modernleşme sürecinde merkezi meşveret kurumları arasında, 24 Mart 1838’de kurulan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye ilk örnek olarak öne çıkmaktadır. Bu bağlamda 1854 yılında Meclis-i Vâlâ’nın yasama işlerini yüklenmek için kurulan Meclis-i Âlî-i Tanzîmat ikinci bir ‘meşveret meclisi’ örneğini oluşturur. Her iki meclisin işleyişinde ortaya çıkan sorunlar nedeniyle 1861 yılında yapılan bir düzenlemeyle iki meclis Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye adıyla birleştirilmiş ve bu meclis 1868 yılında çıkan bir iradeyle Şûrâ-yı Devlet ve Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye olmak üzere ikiye ayrılana kadar bu işlevini sürdürmüştür.

Görüldüğü üzere Genç Osmanlılar hareketinden önce de Tanzimat reformlarının yapılması için kanuni metinleri hazırlayan ve uygulanmalarını denetleyen istişare kurumları/kurulları bağlamında meclis, şura ve divan kavramları sürekli olarak karşımıza çıkmaktadır.

Daha önemlisi, meşveret ve dolaylı olarak karar süreciyle ilgili erk hiyerarşisinde tepeden aşağıya tedrici ve yavaş bir yayılma süreci söz konusudur. Bunlara ek olarak 1838’de kurulan Dâr-ı Şûrâ-yı Bâbıâlî ve Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî ve sonrasında kurulan Meclis-i Âlî-i Umûmî (Şubat 1840) diğer örneklerdir.

Yine merkezde bakanlıklar düzeyinde kurulan Nezaret Meclisleri de aynı sürecin parçası olarak ele alınmalıdır. Bu doğrultuda, isimleri zaman içinde değişiklikler gösterse de Meclis-i Vâlâ’ya bağlı çalışan Sanayi ve Ticaret Meclisi (1838), Meclis-i Muhasebe-i Maliye (1840), Meclis-i Maarif-i Umumiye (1845) ve burada sayamayacağım diğer birçok ‘meclis’ de bu bağlamda zikredilebilir.

Bence Osmanlı demokratikleşme sürecinde daha önemli ve dolaysız bir rol oynayan, periferide oluşturulmuş eyalet ve vilayet meclisleri, özellikle dönemin sonunda adeta bir doruk olarak I. Meşrutiyet’te (1876-78) kurulan Meclis-i Umumi ve özellikle onun Meclis-i Mebusan (1877-78) kolunun faaliyetleri sırasında gözlemcileri şaşırtan ileri meclis ve meşveret kültürünün temelini oluşturan çok daha değerli deneyimlerdir.

***

Diğer yandan, anayasacılık bağlamında konuyu ele aldığımızda unutmamamız gerekiyor ki (1808 yılında imzalanan Senedi İttifak’ı bir yana bırakacak olursak) Genç Osmanlılar ortaya çıkmadan önce ilan edilen 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı günümüzde Osmanlı anayasacılık tarihyazımında (proto)anayasalar veya ilk anayasal örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bundan daha dolaysız örnekler olarak Genç Osmanlılar’ın faaliyet döneminde gündeme gelen Gayrimüslim milletlerin/cemaatlerin nizamnameleri, genelde Osmanlı anayasacılık tarihinin ihmal edilen bir kesiti olarak ele alınmalıdır. Bu bağlamada Rum Milleti Nizamnamesi (1862), Gregoryan Ermeni Milleti Nizamnamesi (1863) ve Yahudi Milleti Nizamnamesi (1865) önemli örneklerdir.

***

“Hum” zamiri ile bağlantılı ve kaçınılmaz olarak ele alınması gereken ‘nehna’, yani ‘biz’ zamirinin serencamına baktığımızda karşımıza çıkan modern kolektif kimlik inşası bağlamında ‘biz grubu’ ve ulus inşa sürecinin meselesini şimdilik bir yana bırakmak zorundayım.

***

Konumuz bağlamında önemli olan iki meseleden biri, danışma, tartışma, müzakere vs. anlamında ‘meşveret’ kavramından dönem aktörlerinin ne anladığı meselesidir. Diğer mesele ise danışılacak olan hum/onlar kavramının hiyerarşik ilişkilerin farklı düzlemleri bağlamında kimleri kapsadığıdır.

***

Genç Osmanlılar kuşağından Namık Kemal’in metinlerinde cumhuriyet kavramının yerini geçen hafta tartışmaya başlamıştım. Bu hafta buna devam edip kuşağın diğer üyelerinin metinlerinden de örnekler sunmayı amaçlıyordum. Ancak bu yazıyı zorunlu ‘ara açıklamalara’ ayırtmam gerektiği için bu haftanın tarih tersinde yer kalmadığından ve bu metin örneklerini bir kez daha bölmek istemediğimden hepsini haftaya tek bir yazıda ele almak istiyorum.


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi