Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Genç Osmanlılar ve Cumhuriyet

Namık Kemal, Osmanlı sultanı ve hanedanlığından vazgeçemediği gibi, Âl-i Osman’ı adaletin ve hürriyetin teminatı olarak görmektedir. Bu nedenle, rejim değişikliği ufkunu meşruti yönetimle sınırlamaktadır

Geçen haftaki tarih tersinde, “Genç Osmanlılar ismi verilen öncü kuşağın, eşitlik sorunsalı bağlamında cumhuriyet fikrinin ortaya çıkışı ve gelişme sürecindeki yeri ve rolüne” bu hafta değineceğimi yazmıştım. Öncelikle şunu söylemek isterim ki ilk sivil muhalefet çevresi olarak ele aldığım bu kuşağın üç düşünürü kabul edilen Ziya [Paşa], Ali Suavi ve özellikle Namık Kemal, Osmanlı ve Türkiye tarihinde yayınları ve fikirleri hakkında en çok çalışma yapılmış kişilerin başında gelirler.

DEVAMLILIK VE KÖKLER BAĞLAMINDA ÖNCÜLÜK

Mustafa Kemal [Atatürk] başta olmak üzere, Cumhuriyet’i ilan ve inşa edenlerin gözünde öncüler konumunda olan ilk sivil muhalif kuşaktan özellikle Namık Kemal, modernleşme sürecinde (sonradan cumhuriyetçilik ve demokrasi tarihi bağlamında bolca tartışılacak olan) meclis, anayasa, halk/millet egemenliği gibi konulardaki yazıları nedeniyle adeta entelektüel rol model olarak görülüyordu.

Konuyla ilgili her çalışmada hatırlatıldığı üzere, eski dostları Ali Fuat Cebesoy ve Asım Gündüz, Mustafa Kemal’in daha Harp Okulu ve Harp Akademisi öğrencisi iken ve hatta ondan sonra da Namık Kemal’in özellikle meşrutiyet ve cumhuriyet konusundaki yazılarını ilgi ve hayranlıkla okuduğunu anlatmaktadırlar. Bu yazıların başında “Usul-i Meşveret Hakkında Mektuplar” ve “Makalat-ı Siyasiye ve Edebiye” gelmektedir.

Rol model konumunda olan öncü kuşağın eşitlik konusundaki müspet olmayan tutumlarını akılda tutarsak, belki tam da bu nedenle, Cumhuriyet’in ilan ve inşası sürecinin ilk aşamasından ve günümüze kadar, ‘demokrasizlik’ sorunsalı olarak formüle edilebilecek birçok hastalığın köklerini en açık şekilde bu öncülerde ve onları rol model alan kuşaklarda bulmak bizi şaşırtmamalıdır.

Bunu biraz daha açmak için başvurmamız gereken yazılar ve alıntıların sayısının çokluğu kadar çok kapsamlı bir tema etrafında çetrefil bir kavram setine başvurma zorunluluğu, işi doğal olarak zorlaştırmaktadır: Bazen bir birine karıştırılan devlet şekli ve hükümet biçimi, ya da kısaca rejim teması etrafında toplanabilecek olan modern devlet, ulus-devlet, cumhuriyet ve demokrasi kavram setinin ve bunlar içinde yer alabilecek onlarca kavramın Genç Osmanlılar’ın metinlerindeki izini sürmek, ancak ömürlük proje olabilir. Ancak, bu kavramlardan bazıları hakkında yapılmış olan akademik çalışmaların sayısının artması- maalesef çoğu kapsayıcı ve diyalektik bütüncül bir yaklaşımdan yoksun da olsa- bugün bu düzeyde bir makro analiz yapma olanağı sunmaktadır.

GENÇ OSMANLILAR'IN TEMEL MESELESİ OLARAK CUMHUR SORUNSALI

Geçen hafta belirttiğim üzere, ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı düşün tarihinde demokrasi ve cumhuriyet düşüncesinin izini sürdüğümüzde, merkeze oturan kavramın hakimiyet-i milliye ve onunla ilişkili olarak irade-i milliye olduğunu görmekteyiz.

Nüansları bir yana bırakacak olursak, günümüzün kavramlarıyla halk egemenliği veya ulusal egemenlik şeklinde ifade edebileceğimiz bu olgu, elbette siyasi gücün/erkin yeni/modern kaynağı olarak keşfedilen veya icat edilen kamuoyu (efkâr-ı umûmiyye) ile ilgilidir.

Hakimiyeti öngörülen (önemli nüanslarıyla) halkın, milletin veya cumhurun adına konuşan ve zımni veya açık bir şekilde bu kolektivitenin (kendinden menkul) temsiliyetine ve (muhayyel) rızasına dayandığını iddia eden aydınlar olarak Genç Osmanlılar kuşağı, mevcut erk savaşımında bu sayede önemli bir araca/silaha sahip oldukları düşüncesiyle Osmanlı siyaset sahnesinde yer almaya başladı.

Modern dönemin belirleyici erk kaynaklarından kapitalin Osmanlı’da henüz belirleyici olmadığı bu dönem, büyük oranda askeri-bürokratik ve dinsel kaynaklara/araçlara dayalı şekilde giderek daha şiddetli yürütülen güç/erk savaşımına dayanıyordu. Modern paradigmanın hakimiyetini kurmaya başladığı bu yeni dönemde, söz sahibi olmaya çalışan yeni aktörler olarak sivil muhalefet kendileri tarafından icat/inşa edilen halk denilen modern ‘mahluk’ ve ondan önce zuhur etmiş millet denen modern ‘illet’ ile nasıl baş edileceği hususu en çok tartışılan mesele haline gelmiştir.

Günümüzde popülizm belası yüzünden farklı bir boyut kazanan ve akut bir sorun haline gelen meseleyi, ilgili kavramları ve tarihiyle birlikte (cumhuriyet ve demokrasi sorunsalı bağlamında) yeniden tartışmak aydınların önünde acil bir görev olarak durmaktadır. Ancak, hep söylediğim üzere, bu tartışmayı diyalektik bütüncül yaklaşımla, yani farklı düzlemlerdeki eşitsizliklerin tamamını dikkate alarak yapmak gerekiyor.

BİR ÖRNEK VAKA OLARAK GENÇ OSMANLILARDA CUMHURİYET KAVRAMI

Cumhuriyet’in ilanının yüzüncü yıldönümüne denk gelmesi vesilesiyle bu yazıyı, kısaca Genç Osmanlı kuşağında cumhuriyet kavramına ve cumhuriyet konusundaki tutumlarına bakarak bitirmek isterim.

Nitekim Cumhuriyet’in ilanında rol oynayan elitin gözünde öncü konumunda olup devletin bekasını en büyük amaçlarından biri olarak gören Genç Osmanlıların adıyla sanıyla cumhuriyetten nasıl söz etikleri meselesi, önemli bir tarih tersi konusu olabilir.

Öncelikle şunu söylemek gerekiyor ki kuşağın önde gelen ismi Namık Kemal’in yazılarında cumhuriyet kavramına çok az rastlanmaktadır. Rastlanılan yerlerde de kavram, yazının temel sorunu olarak karşımıza çıkmamaktadır.

Avrupa’da yayınladıkları Hürriyet gazetesinde neşrettiği “Usûl-i Meşveret Hakkında Mektuplar – 5” yazısında (19 Ekim 1868) Nâmık Kemal’in, cumhuriyet kavramını Fransa tarihi bağlamında hiç sorgulamadan kullandığını görürüz:

Gerçi Fransa’da ‘Senato’ iki kere cumhuriyetten imparatorluğa inkılabına sebep oldu.

İbret gazetesinde yer verdiği bir yazısında da (19 Haziran 1872) cumhuriyet kavramı, yine sadece Fransa bağlamında kullanılmaktadır:

Londra’da krallık var, onu ifnadan [ortadan kaldırmaktan] bahsetmek kabil oluyor; Paris’te Cumhuriyet var, onun ibkasına [baki kılınmasına] dair söz söylemek mümkün olamıyor.

Namık Kemal metinlerinde genelde “Amerika cumhuriyeti” veya “Fransa imparatorunun cumhuriyeti” terkiplerle Batı için kullanılan cumhuriyet kavramı, Hürriyet’te yayınladığı bir başka yazısında (18 Ocak 1869) ilginç bir dönem ve yer için de kullanılmaktadır:

Vakıa cumhuriyet-i İslamiyenin saltanat inkılâbından sonra zuhur eden düveli İslamiye ve bahusus Devlet-i Osmaniye’de bir hayli mütegallibler gelmiş….”

Görüldüğü üzere, cumhuriyet kavramının çağdaş Amerika veya Fransa örneği dışında karşımıza çıktığı bu yer ve dönem, İslam tarihinin başlangıcı, yani asrı saadet dönemidir. İlgili dönemin ‘Seçime dayalı’ halifelik yönetimlerini cumhuriyet olarak anan Namık Kemal, sonra kurulan İslam devletlerindeki yönetim biçimlerini adeta bir sapma olarak sunmaktadır. Nitekim sonraki bir yazısında bunu daha açık ve net bir şekilde dile getirecektir:

Millet-i İslamiye dahi Emeviye’nin zuhuruyla cumhuriyetini kaybeder etmez Yezid gibi, Haccac gibi zalimane meydana gelerek bir nevi şekl-i istiklâle girmişti.

Az da olsa metinlerinde geçtiği zaman, dolaylı da olsa olumlu anlamda kullanıldığı görülen ‘cumhuriyet’, Namık Kemal’e göre Osmanlı için önerilecek bir şey değildir. Bunu en açık şekilde ifade ettiği yer, sıkça alıntılanan “Makalat-ı Siyasiye ve Edebiye”den şu cümlelerdir:

Halkın hakimiyeti demek, bi-gayr-i hak nakz-i bi’at mı demektir…? Sözün doğrusu, mülkümüzde hâkim biziz, hepimizin hükümete iştirakımız vardır. Fakat hükümetin emr-i icrasını bi’at-ı meşru’a ile Al-i Osman’a tevdi ettik. Daima Al-i Osman isteriz, daima idare-i meşruta talebindeyiz!

Kadınları, Gayrimüslimleri ve kast sisteminde millet olarak tanınmayanları dışarıda tutarak veya hiyerarşideki yerini gözeterek de olsa hakimiyet-i milliye kavramı üzerinden cumhurun yönetime (daha çok) katılmasını savunan Namık Kemal, Osmanlı sultanı ve hanedanlığından vazgeçemediği gibi, Âl-i Osman’ı adaletin ve hürriyetin teminatı olarak görmektedir. Bu nedenle açıkça, rejim değişikliği ufkunu meşruti yönetimle, yani parlamentonun belirleyici rol oynayacağı monarşik anayasal düzenle sınırlamaktadır. Namık Kemal’de karşımıza çıkan, bunda Batı’ya karşı üçüncü dünyalı aydın kompleksinin de rol oynadığına inandığım, modern ‘kazanımları’ İslami söylemle sentezleme çabası, bir yandan (biraz da muhafazakarlarla ilgili kaygıdan kaynaklanan oportünizmle) cumhuriyet gibi ‘ileri’ taleplerin, teorik olarak kabul edilse de pratik olarak reddetme ya da halkın hazır olacağı uygun zamanlara erteleme tavrına yol açmaktadır:

Cumhur’un bizi batıracağı, başka bir meseledir, bunu kimse inkâr edemez. Bizde cumhur yapmak kimsenin aklına gelmez, fakat tatbik edilemiyor diye yanlış olması icap etmez.”

*****

Namık Kemal ve yoldaşlarının sınırlı ve son tahlilde eşitsizliklerin savunusu üzerine kurulu cumhuriyet algısıyla ilgili yazacak çok şey var, ama yer sorunundan dolayı sonraki haftalara bırakmak zorundayım.


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi