Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

60 yıl önce, iki ayda seçimden darbeye…

İlker Başbuğ’un Kontrgerilla ve 27 Mayıs darbesi konusundaki açıklamalarının ardındaki gerçekler

Geçen yılın son günü yayınlanan yazımı İslamistlerin Kur’an referanslı "gavur" düşmanlığından ve bunun göç alan ülkelerdeki Türkler üzerindeki etkisinden bahsederek bitirirken, "Yine de 2021 yılına umutla girmek istiyorum" demiştim.

Sen misin diyen? Tam da Belçika’da yaşayan herkesin, hangi kökenden ve dinden olursa olsun, Korona tecridinin sınırlarını çiğnememeye dikkat ederek 2021’i karşılamak için son hazırlıklarını yaptığı 31 Aralık günü, çifte vatandaşlık taşıyanlar da dahil tüm müslümanlar, Türkçe haber sitelerinden birinin ana sayfasında hizaya çekiliyordu: "Ben Müslümanım! Müslüman yılbaşı kutlamaz!"

Kuran’dan âyetler ve Peygamber’den hadisler zikredilen yazı şu tehditle sonlanıyordu: "Son olarak Hicr sûresinin 3üncü âyet-i kerimesini hatırlatır ve mevzumuza son vererek, bu gecenin zulmetinden, şerrinden yüce Allah’a (c.c.) sığınırız inşaallah. Hazret-i Allah (c.c.) şöyle buyruyor: ‘Bırak onları (kendi hallerine) yesinler, eğlensinler! Onları boş bir emel oyalaya dursun. Yakında görecekler onlar… Allah’a emanet olun. "

Tam da "onlar" denilen insanların, asırlar boyu "gavur düşmanlığı"nın kurbanı olarak başlarına neler geldiğini düşünüyordum ki, yeni yılın başında arka arkaya ekranlara düşen iki haber, beni günümüzün gerçeklerine geri getirdi.

Afrika ülkelerinden Nijer’de İslamcı Boko Harram çetesi başkent Niamey’in 120 kilometre kuzeyinde, Mali ve Burkino Faso sınırındaki Tillaberi bölgesinde, iki köyü basarak 100’den fazla insanı katletmişti… Saldırı, İslamcı terörist gruplara karşı mücadeleyi hızlandırma sözü veren, İçişleri eski Bakanı Muhammed Bazum’un cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda, en yüksek oyu alması üzerine gerçekleştirilmişti.

Tayyip’in şakşakçısı ana akım medyada bu haberden bittabi pek bahsedilmiyordu.

Buna karşılık, katıldığı bir televizyon programında "Ben kendimden söylüyorum, yargılandığım zaman türbanlı bir hâkimin karşısına gittiğimde, benim haklarımı koruyacağı, adaleti yerine getirebileceği doğrultusunda kuşkum var. Nitekim de başıma geldi" demiş olan Birgün gazetesi yazarı Fikri Sağlar aynı medya tarafından, hemen her gün linç edilmekteydi.

Dahası, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da Sağlar hakkında, Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi kapsamında "Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama" suçundan re’sen soruşturma başlatmıştı.

Hadi Tayyip medyasının ve şeriat adliyesinin eli mahkumdur, ama Sağlar’ın üyesi olduğu, yıllarca milletvekili ve bakan olarak temsil ettiği CHP’nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından, üstelik Recep Tayip Erdoğan ve Devlet Bahçeli ile ağız birliği ederek, saldırıya tabi tutulması siyasal tarihimizin ibretlik sayfalarından birini oluşturuyor.

1 Ocak 2021 tarihli gazetelerin birinci sayfalarında çarşaf çarşaf yayınlanan demeçlerinde Erdoğan "Bu zat artık bu çağda yaşamıyor" derken, Kılıçdaroğlu da ondan geri kalmayarak "Hangi çağda yaşıyoruz Fikri Bey?" diye kükrüyor.

Evet, hangi çağda yaşıyoruz? Bu soruyu Fikri Sağlar değil, Kılıçdaroğlu ve onun gibi Tayyip’in mütedeyyin seçmenlerini çekme hesabıyla, laiklikten her türlü tavizi veren diğer CHP yöneticileri ve kalemşorları fazlasıyla hak ediyor.

Normal bir hukuk düzeninde başı derde girerek, adliyeye düşen her vatandaşın kendisini yargılayacak olan hakimi reddetme hakkı vardır. Red talebi kabul edilir ya da edilmez… Ama güven duymadığı bir hakimi reddetme hakkı kimseden esirgenemez.

*

Fikri Sağlar’ı linç kampanyası sürüp giderken  Genelkurmay eski başkanlarından İlker Başbuğ’un, yeni kitabı üzerine Cumhuriyet gazetesinde kendisiyle yapılan bir söyleşide kullandığı bazı ifadeler büyük tepki yarattı.

Başbuğ, "Siz Genelkurmay Başkanlığı yaptınız. Kontrgerilla var mıydı?" sorusunu "3 Aralık 1990 günü Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan meşhur Özel Harp Dairesi’ne ilişkin basın toplantısında, Özel Harp Dairesi’nin bünyesinde ‘kontrgerilla’ diye bir kuruluş veya böyle bir görevin bulunmadığı net olarak açıklanmıştır. Ben de öyle bir yapılanmayı ne gördüm ne de şahit oldum" diye yanıtladı.

El insaf… Kontrgerilla’nın, resmi belgelerde adı geçmese de, NATO üyesi tüm ülkelerde "Sovyet tehdidini bertaraf etmek" amacıyla kurulan, Gladio örgütlerinden biri olduğunu duyup bilmeyen mi var? Başlangıçta Seferberlik Tetkik Kurulu olarak bilinirken, 1967’den itibaren, Özel Harp Dairesi adlandırıldığı cümlenin malumu…

12 Mart darbesini izleyen terör dönemini yaşayanlar asla unutmaz… Kadıköy’de Ziverbey Köşkü olarak bilinen Zihnipaşa Köşkü, bu darbeden sonra Kontrgerilla tarafından, işkence merkezi olarak kullanılmış, aralarında İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Murat Belge, Talat Turan gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu onlarca yazar, aydın ve asker, burada sistemli bir şekilde işkenceden geçirilip sorgulanmıştı.

O yıllarda işkence gören yüzlerce devrimcinin askeri hapishanelerden gizlice çıkartıp Avrupa’da Demokratik Direniş Örgütü’ne ilettikleri belgeleri İngilizceye çevirerek uluslararası insan hakları örgütlerine ve Avrupa Konseyi’ne sunduğumuz gibi, 1972’de File On Turkey ve Man Hunts in Turkey, 1973’te Turkey On Torture adlı hacimli kitaplarla kamuoyuna da iletmiştik.

Bu kitapların pdf’lerine İnfo-Türk’ün şu link’inden erişilebilir:

https://www.info-turk.be/documents-pdf.htm

Bu işkence belgelerinin orijinallerini ise, bizden sonra yok olmaması için, 24 Ocak 2013 tarihinde Amsterdam’daki Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’nün, arşivine emanet etmiş bulunuyoruz.

Ayrıca unutulmasın ki, Kontrgerilla’daki işkence günlerini unutturmamak amacıyla Kadıköy Belediyesi, 12 Eylül darbesinin 33. yıldönümü olan 12 Eylül 2013'te Ziverbey Köşkü'nün önünde bulunan Kuşluk Parkı'na 2,5 Metre yükseklikte bir anıt diktirmişti. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Rektörü Prof. Dr. Rahmi Sungur’un eseri olan anıtta, gözleri bağlı iki erkek ve bir kadın Kontrgerilla’nın işkence kurbanlarını temsil etmeye devam ediyor.

Türk Ordusu’nun Genel Kurmay Başkanlığı dahil çeşitli kademelerinde kritik görevler üstlenmiş bulunan, hele hele Brüksel’deki NATO Karargahı’nın İstihbarat Bölümü’nde, daha sonra Mons’taki SHAPE Karargahı’nın Lojistik Dairesi’nde hizmet görmüş bulunan İlker Başbuğ’un Kontrgerilla’yı bilmezlikten gelmesi tam bir skandaldır.

*

Ancak İlker Başbuğ’un ana akım medyada asıl gürültü kopartan açıklaması 27 Mayıs darbesiyle ilgili… Cumhuriyet Gazetesi'ne verdiği demeçte "Adnan Menderes 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs Askeri Darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi" diyor.

Tayyip’çi kadrolar ve medya, Menderes’in erken seçim kararını, 27 Mayıs’tan bir gün önce açıklama kararında olduğunu, ancak bu açıklamanın, kendisini tutuklayan subaylar tarafından engellendiğini iddia ederek, Başbuğ’u bu sözleriyle, erken seçime gidilmediği takdirde yeni bir askeri darbenin meşru olacağı çağrışımı yapmakla suçluyor.

O dönemdeki siyasal gelişmeleri yakından izlemiş bir gazeteci olarak hemen belirteyim ki, dönemin DP iktidarı devlet terörünü her geçen gün daha da şiddetlendirmek yerine, bir ara sözünü ettiği gibi erken seçime gitmiş olsaydı, 27 Mayıs 1960’da askeri darbe yapmayı kimse göze alamazdı. …

O dönemde ben Milliyet gazetesinin Ege bölgesi temsilcisiydim. 27 Mart 1960 günü Başbakan Yardımcısı Medeni Berk İzmir’e gelmiş, ilk temaslarından sonra Borsa binasında bir basın toplantısı düzenlemişti. Temasları hakkında bazı bilgiler verdikten sonra hepimizi şaşırtan şu açıklamayı yapmıştı; "Seçimin yaklaştığı açıkça görülmektedir. Seçim elle tutulur hale gelmiştir. Şimdi tek mesele, seçim tarihinin ilanından ibarettir. Hükümetin, başvekile en yakın vekili olarak arzedeyim ki, seçim kuvvetli bir ihtimalle ilkbaharda yapılabilir."

Ardından, seçimlerin erkene alınması konusunda muhalefeti de eleştirmişti; "Şuna kaniim ki, DP İzmir’de yeni bir seçimi de mutlaka kazanacak durumdadır, her mevsimde seçime girebilecek durumdadır. Ancak CHP’nin seçimlerin bu yıl yapılmasını istemediğini, yakınen biliyorum."

Milliyet gibi Cumhuriyet de bu haberi 28 Mart 1960’da manşetten vermiş, ancak o yıl Şeker Bayramı 29, 30, 31 Mart tarihlerine rastladığı ve o günlerde günlük gazeteler çıkmadığı için açıklamanın büyük yankısı olmamıştı.

Bayram tatili bittikten sonra 1 Nisan 1960’de Milliyet’in manşetinde erken seçim ihtimalinin üzerine gidilerek "Genel seçimler için hazırlık başladı… Sekiz milyon seçim zarfı ısmarlandı, oy sandıklarının da tamiri istendi" başlıklı bir haber veriliyordu.

Seçim gündeme gelir gelmez her iki partide de büyük bir hareketlilik başlamıştı. CHP Genel Başkanı İsmet İnönü 2 Nisan günü partisinin Kayseri il kongresine katılıp, konuşmak üzere trenle Ankara’dan ayrılmış, Menderes Hükümeti ise DP’nin kalelerinden biri olan Kayseri’yi muhalefete kaptırma paniği içerisinde trenin önünü Himmetdede İstasyonu'nda askeri birliklerle kesmişti. İnönü, bu istasyonda üç saat kadar bekletildikten sonra treni terkedip askeri barikatları aşarak Kayseri’ye gitmiş ve orada büyük bir taraftar kitlesi tarafından, coşkuyla karşılanmıştı.

Artan baskılar karşısında, 5 Nisan günü Ankara’da toplanan CHP Meclis Grubu milletin zulüm uygulanarak sindirilmek istendiğini belirttikten sonra seçimin bir an önce yapılması çağrısında bulunmuştu.

Bu çağrıyı manşetten veren Milliyet’in 6 Nisan 1960 tarihli sayısında DP’nin de İstanbul’da hareketlenerek bir seçim komitesi kurduğu duyuruluyordu.

Ancak sonraki günlerde muhalefetin gittikçe güçlendiğini görerek, erken bir seçimi kaybetme endişesine kapılan Menderes iktidarı artık "seçim"in sözünü etmez olacak, elindeki tüm olanakları kullanarak devlet terörünü tırmandıracaktı.

Daha önce de yazmıştım… Yıllarca ABD emperyalizminin güvenilir adamı olarak anti-komünizmi ve Sovyet düşmanlığını bayrak edinmiş olan Menderes, ABD’nin ve NATO’nun kendisini eskisi gibi desteklemediğini, müstakbel iktidar adayı CHP’ye daha yakın davranmaya başladığını görerek Sovyetler Birliği’yle yakınlaşmaya çalışacak, 12 Nisan’da, Dışişleri Bakan Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte Sovyet lideri Kruşçef’le görüşmek üzere, Moskova’ya bir seyahat yapacağını açıklayacaktı.

Bu arada, Bulgaristan İşçi Partisi’nin, 1941 yılında kurduğu Vatan Cephesi’ni örnek alarak, Türkiye’nin dört bir yanında Vatan Cephesi ocakları açmaya, bu ocaklara katılanların isimlerini de gündüz gece devlet radyolarında ilan etmeye başlayacaktı.

DP iktidarı 19 Nisan’da Meclis’te o meşum Tahkikat Encümeni’ni kuracak, 27 Nisan’da bu encümene olağanüstü yetkiler tanıyacak, bu nedenle de üniversite gençliğinin başını çektiği ve emekçilerin desteklediği, 28-29 Nisan direnişi başlayacaktı.

Bu direniş karşısında iyice paniğe kapılarak 29 Nisan’da İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan eden Menderes, 1 Mayıs’ta yeni bir manevraya başvuracaktı.

1 Mayıs 1960 akşamı CHP’nin İzmir il merkezinde bir basın toplantısı izlemiştim. Binadan ayrılmak üzereydim ki, açık olan radyodan akşam haberleri saatinde Menderes’in bir konuşması verilmeye başlamıştı. Kulaklarımıza inanamıyorduk… Başbakan "Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı; işçi kardeşlerimizin elemsiz, kedersiz bir çok bayramlar idrak etmelerini temenni ediyorum," diyordu. Yıllarca anti-komünizmi bayrak etmiş sağcı bir liderin neden bu sözleri söylemek zorunda kaldığı belliydi. Giderek zayıf düşen iktidarını ayakta tutabilmek için yıllardır ezdiği işçi kitlelerini son bir gayretle kendi saflarına çekmeye çabalıyordu.

Menderes göz boyamak için Vatan Cephesi, Moskova ve 1 Mayıs şovlarını yaparken, CHP lideri İsmet İnönü, ABD ve diğer Batı devletlerinin desteğini elde etmek için 4 Mayıs 1960’da gazete manşetlerinde verilen demecinde, CHP’nin NATO’ya bağlılığını vurguluyordu…

Sadece CHP mi? 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden beri Pentagon’un denizaşırı birliklerinden biri haline dönüşen ordu da, 27 Mayıs’ta Menderes iktidarını devirdikten sonra, faşist albay Alparslan Türkeş’in ağzından, Türkiye radyolarında okunan ilk mesajında "NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız!" diye ABD emperyalizmine bağımlılık yemini edecekti.

Aynı ordu orada da kalmayacak, 1971’de ve 1980’de ABD’nin ve NATO’nun direktifiyle iki darbe daha gerçekleştirecek, Kontrgerilla ve benzeri terör mekanizmalarını kullanarak, anti-emperyalist ve sosyalist direnişi frenleyecek, böylelikle 21. yüzyılda ülkemizde islamo-faşist bir dikta kuracak ve bölgede islami fütuhat girişimleriyle, tüm komşu halkları tehdit edecek olanlara iktidarın kapılarını açacaktı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi