Mafya meselesine bir yaklaşım denemesi

Kanımca, Çakıcı-Peker ilişkisini, Türkiye mafya piyasasını iyi anlayabilmek için Erdoğan-Bahçeli ilişkisini ve Türkiye’de siyasetin finansmanını iyi bilmek gerekiyor.

Türkiye Mario Puzzo romanı okurmuşçasına mafya hikayelerini izliyor.

Mario Puzzo’nun kitabını (Omerta) okuyan sadece Sedat Peker değil yani, hepimiz pür dikkat neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz.

Omerta mafya dilinde sessizlik yemini gibi bir kavram.

Türkiye’deki mafya yapılanması kanımca yeterince çalışılmamış bir alan, bir anlam temeline oturtulmadan sadece adli, polisiye olay kıvamında izleniyor.

Sedat Peker’i bir hatırlayın, bir dilekçenin altına imza atan akademisyenlere kan banyosu yaptıracağını rahatlıkla söyleyen, bu açık nefret ve tehdit dili kullanımına rağmen hakkında bir soruşturma dahi açılmayan, yürütmenin, yargının açık desteğini arkasına almış bir mafya lideri.

Ancak, sonra bir şeyler oluyor ve Sedat Peker ülkeyi terk ediyor, buna mecbur kalıyor, Balkan coğrafyasında bir ülkeye yerleşiyor, sahte kimlik ediniyor falan ama, ne olduysa, burada dengeler değişmiş galiba, eşi ve daha çocuk yaşında kızı evde yalnızlar iken evine çok da nazik olmayan bir biçimde polis giriyor, kızı haklı olarak çok korkuyor, vs.

Bu arada, Cumhurbaşkanlığı Hükümetinin küçük ortağı hapishanede Alaattin Çakıcı’yı ziyaret ediyor, bir süre sonra Çakıcı sanki kendi için çıkartıldığı izlenimini verebilecek bir afla (muhtemelen ileride Çakıcı affı olarak anılacak) dışarı da çıkıyor.

Malum, Çakıcı ve Peker iki hasım mafya grubu.

Barışıp, beraber hareket edemiyorlar mı ya da neden etmiyorlar?

Bence, mafya piyasası diyeceğimiz suç ekonomisinde de kısıtlı kaynak var, bölüşümde sorun çıkıyor herhalde.

Kanımca, Çakıcı-Peker ilişkisini, Türkiye mafya piyasasını iyi anlayabilmek için Erdoğan-Bahçeli ilişkisini ve Türkiye’de siyasetin finansmanını iyi bilmek gerekiyor.

Burada bir küçük parantez açarak yolsuzluk kavramını ikiye ayırmak gerektiğini düşünüyorum: Birincisi yasal temelli, kanıtlarını Resmi Gazetede bulabileceğiniz yolsuzluk ve ikincisi illegal yolsuzluk.

Gün itibariyle Türkiye’de yasal kılıf altında yapılan yolsuzluğun (kamu ihaleleri, arazinin arsaya çevrilmesi, teşvikler, vs.) hacminin, parasal karşılığı illegal yolsuzluğun (mafya ekonomisi) boyutlarını çok geride bırakmış durumda.

Yasal yolsuzluk üretebilme tekeli de doğal olarak yürütmenin yani Hükümetin tekelinde (bu bir teorik tekel) ve sezebildiğim kadarıyla da MHP de bu yasal yolsuzluk piyasasından, mesela rekabet dışına çıkarılan, kaçırılan kamu ihalelerinden pay istiyor ama AKP bu paylaşım talebine yanıt vermiyor; bu yanıt vermeme keyfiyetinin bir nedeni de yasal yolsuzluk bilgi ve şahadet bütününü kimseyle paylaşmak istememek, yarın ne olur belli olmaz.

AKP ihale rantlarını, parsel bazında imar değişiklikleri rantını, arazinin arsaya dönüştürülmesi rantını, İkizdere gibi ruhsat ihsan-ı şahanelerinin rantını kimseyle paylaşmak istemiyor çünkü zaten İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini kaybeden AKP, siyasetin finansmanı da dahil olmak üzere, kaynak sıkıntısı içinde; gazetelerin kapanması, TÜRGEV gibi vakıfların da küçüldüğü malumunuz.

Ancak, MHP de kendisine siyasi negatif rant üreten, oy kaybettiren bu ortaklığın karşılığını istiyor ama alamıyor bu yasal yolsuzluk piyasasından.

Bu aşamada da muhtemelen AKP ve MHP bir uzlaşmaya varıyorlar.

AKP ihale rantlarını, arsa piyasaları rantlarını, ruhsat rantlarını özenle ve kıskançlıkla kendine saklıyor, sır ve yasal yolsuzluk küpüne kimseyi ortak etmek istemez doğal olarak ve bildiğimiz geleneksel mafya piyasasını, tanım gereği illegal bir piyasa, tümüyle MHP’ye yakın çevrelere devrediyor.

Bu iş bölüşümü de biraz iktisat dilindeki mukayeseli üstünlük teorisi, AKP 1994 İstanbul seçimlerinden beri yasal yolsuzluk sistemini, kamu ihalelerini yakından tanıyor, Allah için, illegal, şiddet temelli işlere karıştığı da yaygın bir bilgi değil, MHP’ye yakın olduğu iddia edilen çevreler ise 1980 öncesinden beri mesela çek-senet piyasalarının uzmanı.

Suç ekonomisi teorisi zaten mafyayı devletin asli görevi olan kontratların sürdürülmesinin enformel yöntemi olarak tanımlıyor; MHP’ye daha yakın çevrelerin ise çok da yabancıları olmadığı bir konu.

Bu mutabakat doğrultusunda eskiden beri MHP’ye çok yakın Çakıcı af kapsamına giriyor, AKP’ye yakınlık üzerinden ve Çakıcı içerdeyken bu illegal mafya piyasasında öne çıkan Sedat Peker ülkeden çıkarılıyor, bu piyasa ve bu piyasanın rantları da tamamen MHP’ye yakın çevrelere (Çakıcı?) bırakılıyor.

Başka bir ifade ile rantlar ikiye zaten ayrılmış, legal ama gayrimeşru rantlar (mesela ihale rantları) ve illegal rantlar (mesela kaçakçılık, mesela haraç), birinci rant grubu AKP’nin, ikincisi MHP’ye yakın kesimlerin bir ölçüde kontrolünde.

Eeee, ikinci grup rantların etkin kontrolü de İçişleri Bakanlığı'nın (polis artı jandarma) en azından pasif pozisyon alışı olmazsa çok zor.

Bu gruba muhtemelen Bodrum Yalıkavak grubu da dahil.

Rant piyasası ikiye bölünmüş, taraflar rollerinden memnunlar, MHP mesela beşli çeteye aktarılan ve kısmen siyasetin finansmanı ve şahsi zenginleşme için geri dönen rantları unutuyor, ekonomi dışı rantlar ise küçük ortağın.

Bunun adı da milli ve yerli yönetim anlayışı.  

Ben ihtiyatlı bir adamımdır, bu yazdıklarım doğrudur demiyorum, haşa demem de, benim yaptığım sadece bir anlama denemesi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi