Taraf olmak...

Yaşamak ve yaşatmak elimizi uzattığımızda tutacağımız kadar yakınken neden namludan fırlayan bir merminin hiç tanımadığınız bir gencin bedeninde açacağı yaraya güç veriyorsunuz?

Bir savaşın tarafları, tarafların taşıdıkları bayraklar, konuştukları dil, haritada kapladıkları alan hiç önemli değildir. Bir savaşta ilk önce orada yaşayanlar yaşama umutlarından vurulur, ilk kurşunla beraber yara alırlar. O andan itibaren cephenin her iki tarafında yaşayanlar bedenlerini bir paçavra gibi arkalarından sürükleyerek yaşamaya mecbur bırakılırlar.

Savaşların kazananı ve kaybedeni devletler olsa da, her durumda mağduru o devletlerin sınırları içinde yaşayan halklar olur. Evet savaşların tarafı vardır, o taraflardan biri devlettir diğer tarafı ise her durumda o devletlerin sınırları içinde yer alan halklar ve o halkların ‘vatani görevle’ silah altına alınarak cepheye yollanan evlatlarıdır.

Her nerede olursa olsun, savaşla gelen insan kayıplarının ve o kayıpların toplumda yarattığı yıkımın üstünü tümden örtecek, topluma o acıları unutturarak geleceğe huzurla baktıracak bir bayrak daha dokunmamıştır. Her gün göndere çekilen, tehdit gibi başlarında dalgalandırılan halkların acılarıdır aslında. Ayrımsız bütün savaşlarda durum aynen böyledir, örneklendirmeye gerek yok. Elbet bir gün herkes ayakkabı numarası kadar ayak bastığı her yeri yurdu sayacak. Sınırlar, sınır devriyeleri, pasaport kontrolleri, sınır ihlalleri durumunda vurulan ya da yaralanan olmayacak. Gün gelecek sınırların yerini bir şehre girerken ‘Hoş geldiniz’ ya da bir kasabadan ayrılırken ‘Güle güle’ tabelalarında yazıldığı gibi karşılanıp uğurlanacağız ya da Ritsos’un dediği gibi "Karar aldık, bir gün herkesin iki bacağı olacak" diyerek savaşan bir devletin yanında durarak bütün insanlığı kirletmeyelim.

İyilik, güzellik, sağlık ve huzur içinde hayatlarına eğilen o büyük çoğunluğun savaşlara, ölüm, yaralanma ve yıkımlara taraf olmayanlar olduğu gibi; savaşla beraber düğmelerine basılmış gibi o savaşın tarafı olanlar da az değil. Hele bunları yapanlar okumuş yazmış, yeri gelince akıl veren, yayımladıkları ürünleriyle toplumdan ‘sıyrılmışlar’ olunca incitiyor insanı...

Soruyorum: Her ne nedenle olursa olsun, doğmakla başlamış, ömrünü tamamlamakla bitecek olan insan hayatından ölümü ayıklamak bu kadar zor mu arkadaş? Yaşamak ve yaşatmak elimizi uzattığımızda tutacağımız kadar yakınken neden namludan fırlayan bir merminin hiç tanımadığınız bir gencin bedeninde açacağı yaraya güç veriyorsunuz?

Savaşın tarafları sadece cephede karşılıklı mevzilenmiş askerler, onların emir alıp emir veren komutanları, o komutanların bağlı oldukları genel kurmayları, genel kurmayların bağlı oldukları devletler değildir. Bir nedenle devletlerin kendi çıkarları uğruna başlattığı bir savaşa, oturduğu yerden yaşamı savunmasını beklediğimiz insanların, ölüm ve öldürmelere meşruluk kazandıran taraf olmaları insanlığa ne kazandırıyor, anlayamıyorum!

Tesadüf değil elbet, sınırın Türkiye tarafında Kars Belediye Başkanına devlet tarafından yapılan tutuklamalar ve atanan kayyum, Kars sınırının diğer tarafında Türkiye’nin desteğiyle başlatılan Azeri Ermeni çatışması. Bu çatışma hali haritada bir yara bandının kapatacağı alanla kalmadı, iktidarın tam da istediği gibi kendi zorbalığı karşısında muhalifleri yine paramparça etti.

Kimisi ilk sıkılan kurşunla beraber ‘Anayurdu’ Azerbaycan’dan taraf olup örtük de olsa Ermenileri karşısına aldı anında. Kimisi mazlumun yanında durmak anlamında hemen Ermenilerin yanında yer alırken, HDP dahil hiç kimse Kızıl Kürdistan ve akıbetinden bahsetmedi, etmiyor. Bu arada olan yine Kürt’e oldu. Halkların çıkarından değil de, o halkları idare eden devletlerin çıkarı açısından meseleye bakılınca, haliyle şarampole devriliyor bütün tutum alışlar.

Osmanlı'nın Ermeni’ye yaptığı mezalimin sonuna kadar karşısında durup Ermeni’nin yanında yer alıyoruz. Bu tutumumuz kendi içinde yolsuzluklara boğulmuş, halkını polis gücüyle baskı altında tutan, muhalifleri hapishanelerde tutan bir devleti her şart altında savunacağımız anlamına gelmez. Hakeza aynı şeyi ülkesinde demokrasinin ‘D’sinden bile bahsedilmeyen Azerbaycan için de söylemek mümkün. Biz her durumda örgütlü devlet gücü altında ezilen, kovulan, sömürülenlerden yana olmak durumundayız. Hiçbir devlet halkına karşı işlediği suçları bizim vicdanımız üzerinden temize çekemez.

Düş kurmanın, hayal etmenin, âşık olmanın, ayrılıklarda hüzne yaslanarak yürümenin, adil ve yaşanır bir hayat istemenin bir ülkesi yoktur. O, dünyanın bütün sınırlarını pasaportsuz geçen sınırsız yaşam halidir. Renkler onda kendine beden bulur, diller onda şarkıları dudaklarda doğurur. O günleri görür müyüz bilmem ama bugün düşünü kurabiliyorsak gerçekleşmesi neden mümkün olmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi