Fatma Bostan Ünsal

Fatma Bostan Ünsal

Bezdiren OHAL Uygulamaları ve “Adalet” Yürüyüşü

Aldığı kamusal destek “adalet” yürüyüşünün OHAL'in uzamasından ve uygulamalarından şikayetçi olanların bunları kamusal alanda tartışabileceği bir zemin için şans olabileceğini göstermiştir.

 


İlk yazımın konusu elbette Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve hukuki durumunu olumsuz etkileyen bir yıldır süren Olağanüstü Hal durumu, bu dönemde çıkarılan kanun hükmünde kararnameler ve bunları gündemimize her gün yeniden almamıza vesile olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı "Adalet" yürüyüşü olacaktır.

Önce Olağanüstü Hal’in üç ay için ilan edildiği 21 Temmuz 2016’yı hatırlayalım. Üç ay için ilan edilmiş olsa da en üst düzey yetkililerden daha önce sonlandırılabileceğine yönelik samimi ifadeler duymuş ve doğrusu inanmıştık. Maalesef bu beklenti gerçekleşmemiş ve bırakın 3 ay bitmeden kaldırılmasını kamuoyunun ve Meclis’in hiçbir gözetim ve denetimi olmaksızın neredeyse süreklilik kazandığı bir OHAL ortamına evrilmiştir Türkiye. Eleştirdiğimiz konu sadece uzun süren OHAL yönetimine yönelik değildir, daha ziyade ne yargısal ne de yasama denetimine tabi olan kanun hükmünde kararnamelerle Türkiye’de hukuk devletinin ciddi ölçüde yara alması ile ilgilidir.

Önce usul açısından bir eksikliği dile getirelim: Bu kanun hükmünde kararnamelerin bir ay içinde Meclis tarafından onaylanması anayasal bir gereklilik olduğu halde bunların Meclis’in onayına sunulmadığını biliyoruz. Anayasa’da sadece bu gerekliliğin belirtildiği ve buna uyulmazsa ne olacağına yönelik bir ifade olmasa da sağduyu sahibi herkes bu KHK’ların hukuki geçerliğinin ciddi zarar aldığına hükmedebilir. Nitekim 16 Nisan tarihinde yapılan değişiklik ile Cumhurbaşkanlığı sisteminde Cumhurbaşkanı’nın çıkartacağı kanun hükmünde kararnameler 3 ay içinde Meclis tarafından onaylanmazsa yok hükmünde olacağı belirtilmiştir. Ayrıca, Anayasa’da, Olağanüstü Hal kanun hükmünde kararnamelerinin belirli nitelikleri taşıması gerektiği belirtildiği için çıkartılan kararnamelerin bu nitelikte olması gerekiyor. Bu nitelikte olup olmadığını denetleyecek merciin Anayasa Mahkemesi olduğu ve daha önceki bir içtihadında da böyle karar verdiği için Anayasa Mahkemesi’nin bu dönemdeki KHK’ları denetleme yetkisi olmadığına dair şaşırtıcı kararı anlaşılmazdır. Şekil yönünden ciddi eksikliği olan ayrıca Anayasa’da belirtilen şartları karşılamayan bu kararnameler için hiçbir denetim olmamasının Anayasa Mahkemesi üyeleri dahil pek çok hukukçuyu rahatsız ettiğini çeşitli şekillerde anlıyoruz ama bunları etkili bir biçimde ifade edip sonuç alamıyorlar.

Yasama ve yargı denetiminden azade olarak çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerle 140.000 kamu görevlisi ihraç edilmiş ve bu ortamda aylarca hakkında iddianame bile hazırlanmamış 110.000 civarında gözaltı ve 50.000 civarında tutuklunun olduğunu biliyoruz. Gerek ihraçlarla gerek göz altılarla ilgili o kadar büyük hak ihlalleri görülüyor ki bu durum tabii olarak Türkiye’nin her tarafında büyük bir infial uyandırmakta. 15 Temmuz 2016 tarihine kadar yasal şekilde faaliyetlerini yürütmüş olan bir bankada açılmış bir hesap veya sendika üyeliği sebep gösterilerek veya hiçbir sebep göstermeden 140.000 civarında kamu görevlisinin işine son verilmesi veya bir şikayet sonucu hapse atılıvermek bu dönemin vak’a- ı adiyeden örnekleri. Çok daha zalim örnekler de var, tıpkı bir bombayı imha ederken yaralanan ve %98 engelli olan gazi Bilal Konakçı’nin gözaltına alınması, bakıma ihtiyacı olduğu için tahliye edilmesi ama ev hanımı eşinin gözaltına alınması gibi. Veya bugünlerde basına yansıdığı gibi NASA’nın ekibindeki bir mühendis olan Serkan Gölge’nin bir aylık tatilini geçirmek için Türkiye’ye geldiği sırada kendisini hiç de iyi tanımadığını ve sadece şüphelendiğini söyleyen bir kişinin şikayeti üzerine hapsedilmesi ve bir yıl sonra mahkemeye çıkarılmasıdır. Bir yıldır bütün bu adaletsizlikler devam etmiştir ama yine OHAL uygulamalarının basına ve sivil toplum kuruluşlarına yönelik kısıtlayıcı politikaları yüzünden bunları tartışmak için uygun bir kamusal alan yaratılamamıştır. Uygun bir kamusal tartışma zemini olmasa da hemen her kesin yakınlarından veya tanıdıklarından bu duruma maruz kalanlar olduğu için hemen her zaman bir araya gelen insanların konuşmalarının da ortak konusu oluyordu ama daha ziyade ah vah etme, üzüntülerini bildirme şeklinde. İşte sayın Kılıçdaroğlu’nun "adalet" yürüyüşü hemen herkesin bir şekilde üzüldüğü, bazılarının isyan ettiği bu konunun kamusal alanda tartışılmasına vesile olmuştur ve doğal olarak da halkın %80’ininin desteklediği bir yürüyüş olmuştur. Kılıçdaroğlu, Türkiye’de başörtüsü yasaklarıyla mücadele edenlerin iyi bildiği, şiddete başvurmayan bir "sivil itaatsizlik" hareketi ile konuya dikkat çekmiştir. Dünyada da pek çok başarılı olmuş sivil itaatsizlik örneği var, sadece birini burada hatırlatmak istiyorum: Danimarka’da Nazilerin işgali sonrasında diğer yerlerde olduğu gibi Yahudilerin altı köşeli Yahudi yıldızı işareti takmaları şartını dikte etmeleri üzerine Danimarka Kralı’nın da bu işareti kullanması ve böylelikle Yahudilerin tespitini imkansız hale getirmesi üzerine Kral’ın sağlık sorunları nedeniyle sarayda alıkonması ve halkın kitlesel olarak yollara çıkıp Kral’a çiçekler göndererek Danimarka’daki hayatı durdurması üzerine uygulamadan vazgeçilmesi ve sonuçta Nazi’lerin işgali altındaki her yerde görülen Yahudi kırımına engel olması.

3 Temmuz Pazartesi günü yayınlanan Resmi Gazete ile Bakanlar Kurulu Kararı ile Merve Kavakçı’nın vatandaşlığının düşürüldüğü 13 Mayıs 1999 tarihli Bakanlar Kurulu Kararının yürürlükten kaldırıldığını öğrendik. Merve Kavakçı’nın vatandaşlıktan düşürüldüğü söz konusu Bakanlar Kurulu Kararında Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli olduğu için onun bu konu ile ilgili görüşlerini merak ediyorum. Bugün çok olumlu sıfatlarla değerlendirilen Devlet Bahçeli’nin o günle ilgili özeleştiri yapıp yapmayacağı pek çok kişiyi ilgilendirmiyor görünüyor. Konu ile ilgisini bir türlü kuramasam da "CHP’nin başörtüsü ile ilgili önceki tutumunu dikkate alarak "adalet" yürüyüşünde ve Kılıçdaroğlu’nun yanında bulunmayı şüpheli gösterenlerin Devlet Bahçeli’nin Merve Kavakçı ile ilgili tavrını göz ardı etmesi tecahül-i arif sanatının şahika örneklerinden görünüyor.

Hemen her kesimden olağanüstü halin uzamasından ve uygulamalarından şikayetçi olduğunu bildiğimiz için bunları kamusal alanda tartışabileceğimiz bir zemin olarak "adalet" yürüyüşü, Türkiye için bir şans olduğunu, aldığı kamusal destek ile göstermiştir. Sıra Türkiye siyasetinin bu şansı nasıl değerlendireceğine gelmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatma Bostan Ünsal Arşivi