öfke, üzüntü ve cesaretin ötesi

üye sayısı katlanmış, safları kalabalıklaşmış bir hdp’nin çok iyi bir cevap olacağı açık.

uzun uzun konuşulacak, uzun uzun yazılacak zaman değil. kimsenin de okuyacak hali olduğunu sanmıyorum. açıkçası ben de, öfkemi ve üzüntümü bir kenara koymakta güçlük çekiyorum. o yüzden, lafı uzatmayacak ve belki de sonda söylenmesi gereken şeyi ilk paragrafta söyleyeceğim. bilmediğinizden de değil, lafa oradan başlamak gerektiği için. bence hdp’ye yönelik son saldırılar, esas olarak barış sürecini hedef alıyor. iktidar kendi geçmişindeki barış çabasıyla tüm bağını koparıyor.
biliyoruz, iktidar hdp’ye baskı yapacak yer arıyor, bir gözaltı ya da tutuklama dalgası için vesile ya da bahane bulunmasına da gerek yok. o yüzden, bu son saldırının 6-8 ekim’e yani hdp’nin en fazla zarar gördüğü, çok sayıda üye ve taraftarının öldürüldüğü ve her şeyden önemlisi, hükümetle işbirliği içinde olduğu bir sürece dayandırılması tesadüf değil. bu, iktidarın büyük kanadının parçası olduğu barış sürecinin kriminalize edilmesi ve aslında çok yakın olan bu tarihin çarpıtılması anlamına geliyor. sanki barış hiç ihtimal dahilinde olmadı, masa kurulmadı, masada akp temsilcileri yoktu, görüşmeler yapılmadı. sanki 6-8 ekim’le ilgili hdp’nin meclis’e verdiği soruşturma önergeleri, iktidar partisinin oylarıyla reddedilmedi.   
hiçbir şey tesadüf değil. hiçbir şey sebepsiz değil, her yapılan profesyonelce planlanıyor, her söylenenin arkasında iletişim uzmanlarının çalışmaları var. ifade vermek üzere çağıracak bir savcının davetine icabet edecek insanların gözaltına alınması mesela, işgüzarlık değil. ya da bütün ev baskınlarının gece 12.00’den sonra yapılması. artık alıştığımız, sanki başka yolu yokmuş gibi kabullenilen bu türden ‘uygulamalar’ günün en mahrem saatlerinin, gece sessizliğinin tedirginlikle parçalanması, düşüncelerimizi susturup yerine duygular yerleştirmeyi ve tabii ki herkesin kalbine korku salmayı hedefliyor. milletvekillerine, belediye başkanlarına bunlar yapılırsa bize neler olmaz duygusunun bizi düşünemez hale getirmesini… fakat hepimiz, hiç olmazsa mahalle kavgasından, bizi korkutmak isteyen biriyle baş etmenin en iyi yolunun korkuya prim vermemek olduğunu biliriz. 
ne yapmalı sorusu, bir kere daha hepimizin kafasını kurcalıyor değil mi. çünkü cesaret, pasif bir duygu durumu olduğunda bir sonuç vermiyor. hem muhalif, farklı şeylere üzülen, farklı şeylere öfkelenen vatandaş değil, durumun farklılaşmasına katkıda bulunan vatandaş anlamına geliyor, gelmeli. 
şuna kimsenin, en azından gerçekçi ve iyi niyetle düşünen kimsenin itiraz edeceğini sanmam: hdp bugün siyasal programının da, siyasal faaliyetinin de ötesinde bir anlam ifade ediyor. o anlamı parti ya da muhalefet olarak bizler değil, bizzat iktidar kurdu. o yüzden, ayhan bilgen’in çok isabetli bir ifadeyle ‘demokrasicilik’ olarak tanımladığı oyunu bozmanın en iyi yolu hdp’yi güçlendirmek. bunu görmek, türkiye’de sürdürülmesi gereken tek muhalif faaliyetin bu olduğu anlamına gelmiyor. ama üye sayısı katlanmış, safları kalabalıklaşmış bir hdp’nin çok iyi bir cevap olacağı açık. 
başka? başka çok şey var tabii. cumhurbaşkanının da işaret ettiği gibi, sokaklar bizim. işyerleri de. her yerde, her zaman yapacak daha fazlası var, vardır.  
herhangi bir değişim gündemini seçime kilitlemenin akla uygun olmadığı bir kere daha görüldü. iktidar kazanamayacağı bir seçimin yapılmasına imkan verir mi? en azından vermek istemeyeceği açık ama o oyunu bozmanın yolu da ortak bir güç oluşturmaktan geçiyor. seçimi falan bir kenara bırakalım, seçmeninin iradesi yok sayılan, oy vermenin yasak olduğu partiye, seçme ve seçilme hakkı gasp edilen halka ve dostlarına sahip çıkalım. meclis’teki muhalefet de bir şeyler düşünür artık. 
pek adetten değildir ama bir seferlik hoş görürsünüz, bu yazıyı bir sosyal medya etiketiyle bitirmek istiyorum: #HDPyeÜyeOluyoruz

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi