Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Acının fazlası insanı bozar

Sığdıramadığınız komşularınızın ölüleri nereye gider ve o ölüler toprağın altında değilse nerededir şimdi? Asıl onlardan korkmalısınız. Eski günahların gölgeleri uzun olur. Şimdi Rabbin adıyla konuşmayın. Bütün melekler öldü, yas çürüdü.

Biz dünyadaki yıkıntılara çok uzun zamandır bakıyoruz, savaşın olmadığı bir zaman var mıydı, hatırlamıyorum. Yakında ya da uzakta hep savaş vardı. “Uzaktaki insanları öldürenlere kahraman, yakındakileri öldürenlere düşman denir” demişti öğretmen, çocuktum. Bunu tahtaya üç kez yazdı. Uzakla yakın birbirine girdiğinde, her yer yakın ya da uzak olduğunda, işler iyice karıştı. Eski bir kara tahtada korunan aradaki mesafe dağılıp gitti. “Kim ne için ölüyorsa kurbandır” dedi sonra başka bir öğretmen. “Burada kahraman falan yok, onların çağı uzakta kaldı ve savaştan dönmeyi başaran çocukların çoğu delirdi.”

Acının fazlası insanı bozar. Evet ama doğada fazla olan insandı aslında ve fazlanın fazlayla karşılaşması bozuyordu her şeyi. “Hangi acıma ağlayayım” diyordu yaşlı bir kadın, evin avlusundaki kalabalığa bakarak. Hangi acımıza ağlayalım? Bu katlanmış acı, insan denilen fazlanın yarattığı bir sonuçtu. İktisada giriş dersinde öğrenmiştik, ihtiyacın yaratılan bir şey olduğunu. İhtiyaçlar fazlaydı, tüketimler fazlaydı, istekler fazlaydı. Her şey büyüyordu ama yağmurun büyüttüğü otlar gibi değildi. Her şeyi bu fazlalık üzerine kurmuş bir sistemde, -bir de utanmadan hayvanların üzerine çıktığı için övünen-, ne paraya ne eşyaya ne güce ne kana doyan bir fazla olarak insan tasarımı.

Katlanmış acı üst üste yığıldığında, tabutlar avluya sığmadığında, sonra ölen bedenlere de ulaşılamayacak bir noktaya gelindiğinde her şey nasıl anlamsızlaşır Yarabbi; öyle ki ucundan tutacağınız bir uç bırakmamışlardır ortada. Göğü delecek bir feryadın etkileyeceği bir kalp kalmamıştır, ölülerin etrafında dolaşan akbabalarınkinden başka. Ama bunların hiçbiri yeni değil, şimdi'de değil. Bütün savaşlar eski bir savaşın uzatmasıdır. Bir zamanlar çok ağlanmıştı, yürekli çocuklar ateşe koşarak gitmişti, söndüreceklerini düşünerek.

Acının fazlası duyguları bozar. Sistem bir aşırılık olarak usulca sızar herkesin hücrelerine, sistem korkunç bir hesap makinesinden başka bir şey değildir ama sayısal verileri zihinlere dinsel, ulusal kodlar olarak işler. Basit görünen karmaşık bir matematik. Matematiğin saflığına saldırı. Evrenin ölçüm değerlerini içeriksiz bir kan baltasına çevirme işi. İşlemciler batağı. Bir batak kuşu oradan bağırır sadece başka kimse değil. “Azcık sakin oturun oturduğunuz yerde, batağın içine gömüldüğünüzde renginiz, dininiz, milliyetiniz hep aynı. Balıklar ölü çocukların gözlerini öperken bilmiyor kim olduklarını.”

Dijital verilerle kanlı bir tünel kazanlara hangi kutsal kitabın diliyle konuşsanız sonuç aynı. Bu sadece sizi veriler dünyasına hapsetmek için kullanılan bir trüktü. Çok çok uzun zamandan beriydi, ama hep tuttu. Kimseye bir toprak vaat edilmedi diyor savaş alanında görevli melek. İnsan bir fazladır dünyada, kendine yer ararken aşırıya kaçmış, komşusuyla huzur içinde yaşamayı başaramadığı için sonsuza kadar lanetlenmiştir.

Duydun mu yerin yok, diktiğin binaların arasında çiş edecek yer arayan kedilere benzeyecek sonun, çünkü sen istedin bu finali, suçu hiç başkasına atma. Seni batağa sürükleyenler bir hesap makinesi, bir görüntü ve ses yaratıcısı. Bir mekanikten çıkan seslere duygusal anlamlar yükleyen sendin. Şimdi Rabbin adıyla konuşma! Melekleri öldürdün, komşuna bir karışlık bahçeyi zehir ettin. Hep bir çitlemeye, sınıra çalıştın. Uzaktakine kahraman, yakındakine düşman dedin. Evini kapattın, başkalarının evine daldın. Çünkü bir hesap makinesinin ruhu var sandın. Rabbin adıyla konuşma şimdi. Ölen meleklere ayıp.

Acının fazlası insanı bozar ya da insan acıyı bozar. Yasın bir süresi olur, töreni, adeti, ölüme saygısı. Sen sürüklenen ölü beden düşman diye işaretlenense sevinenlerden değil misin, mezar bozguncularına ses ettin mi hiç.

Herkesin bir yerde oturması lazım diyor ikametgah meleği. Bir yere sığması lazım. Sığdıramadığın komşuların nerede oturuyor şimdi, hiç merak ettin mi. Kendi evinin dibinden kovduklarına başka ülkelerde yaşamayı bile yasaklayan dragonlara kuyudan su getirmedin mi, onlarla ekmeğini bölüşmedin mi? Herkesin bir yerde yaşaması lazım. İzin verdin mi? Hiç merak ettin mi kovulanın nereye gideceğini?

İşlemci konuşuyor: Allah'ın, Rabbin, Tanrı'nın izniyle bölgeyi temizledik, bütün yabancı varlıkları cehennemin dibine gönderdik. İşlemci konuşuyor. Her yerde başka dillerde çocuklar düşüyor yere. Çocuklar melektir demişti öğretmen, ölünce cennete gidecekler. Hiçbirinize toprak vaat edilmedi. Hepiniz bıçağı Rab, bombayı Tanrı, silahı Allah sandınız. Hiçbirinize toprak vaat edilmedi. Melekleri öldürüp, şeytana sığındınız. Komşusuna bir avuç mezarlık toprağı esirgeyenler, uzaktakini kahraman yakındakini düşman belleyenler, zulmün şefkat getireceğine inananlar, siz, yeryüzünde sadece bir fazlalıksınız.

Sığdıramadığınız komşularınızın ölüleri nereye gider ve o ölüler toprağın altında değilse nerededir şimdi? Asıl onlardan korkmalısınız. Eski günahların gölgeleri uzun olur. Şimdi Rabbin adıyla konuşmayın. Bütün melekler öldü, yas, defnedilmeyen ölülerin tabutlarında çürüdü.

İşlemci konuşuyor: Sayısal eğrilerin değişimi başladı, güneye daha güneye kaydıralım ortadaki rakamları. Yas mı?


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi